Pianist

56 6 27
                                    

II. Dünya Savaşı resmen başlayalı neredeyse dört yıl olmuştu. Uzun geçen dört yıl... Özellikle de Yahudiler için uzun geçen dört yıl...

Kumandan Louis şanlı konuşmasını yapalı henüz 36 saat geçmemişti bile. Nitekim Getto'dan Yahudilerin çıkarılması da öyle. 

Kumandan demişti ki: "Bugün tarih baştan yazılacak! Gençlerimiz yüz yıl sonra bu zaferi anacak!" Bakıldığında güzel ve coşkulu bir galeyana getirme konuşmasıydı. Ne yazık ki bu milyonlarca insan için sonu iyi olan bir olay değildi. 

Polonya kendinden beklendiği üzere çok soğuk bir kasım ayı geçiriyordu. Havadaki kar bir an olsun eksilmiyor, askerler soğuktan şikayet etse de çalıştırılan Yahudilerin üstündeki incecik kıyafetlere aldırış etmiyordu. 

Biraz uzakta Kumandan Louis evinde çalışacak bir erkek ve bir kadın seçiyordu. Seçilmek isteyenler de vardı, istemeyen de. İsteyenler sonuçta hepsinin öldürüleceğini ama en azından tepedeki köşkün buradaki yıkık dökük barakalardan daha sıcak olduğunu düşünüyordu. İstemeyenlerse iki ayrılıyordu. Birinci kısım eğer Kumandanla sürekli bir arada olurlarsa ölüm şanslarının(!) daha çok olduğunu inananlardı. İkinci kısımsa ölmek pahasına bile kendilerine zulmeden hiçbir Alman askeri için çalışmayacağını savunanlardı. 

Nitekim isteseler de istemeseler de bu onların elinde değildi. Kumandan Louis birini seçecekti ve diğerleri buna tabi olacaktı. 

Görünüşlerine -elbette evinde çirkin birini çalıştıramazdı çünkü davetlerinde herkesin kusursuz olmasını isterdi- ve daha önceki deneyimlerine göre iki kişi seçmişti seçmesine ama Kumandan'ın başka istekleri de vardı: Şarkı söyleyen ya da en azından bir enstrüman çalan biri.

Her gece verilen davetler elbette müziksiz olmazdı. Ama buradaki aptallar kimsenin bunları yapabilecek kapasitede olmadığını söylüyorlardı. Ağızlarından sürekli "Bunlar zaruri işçi efendim. Geri kalanlar dün öldü." lafı dökülüyordu. Louis bu iki cümleyi o kadar çok duymuştu ki eğer bir kez daha duyacak olursa o kişinin burada alnına sıkacaktı. 

Louis soğuktan kızaran burnunu içine çekip alnını kırıştırdığında resmen migreninin azdığını hissetti. Daha iki günden sinirlerini germişti bu kamptaki kişiler. Sinirle solurken uzaktan kendisine koşan bir asker ve yanında resmen sürüklercesine gelen iki kişiyi fark etti. Daha da yaklaştıklarında Louis sürüklenen gencin kolundaki altı köşeli yıldızı seçebilmişti. 

Asker gelip selam verdikten sonra kolundan çekiştirdiği çocuğu resmen Louis'nin önüne fırlattı. Zayıflığından dolayı hiçbir şeye karşı koyamayan çocuk yere yığıldığında Louis'nin yanındaki başka iki asker kollarından tutarak onu kaldırmışlardı. Hazır oldaki asker Kumandan'ın emriyle kolunu indirdiğinde konuşmaya başlamıştı.

"Kumandanım bu çocuk dün gettodan çıkarılırken piyano çalıyordu." Önünde adeta tir tir titreyen çocuk iki büklüm şekilde duruyordu. Louis aslında kendinden korkulmasını severdi lakin sadece belli ölçüde. Gerçi titremesi soğuktan da olabilirdi ama niyeyse korkudan olması daha makul görünüyordu. 

Çocuğun ağzıdan fısıltı şeklinde şunlar dökülüyordu: "Ben zaruri işçiyim. Belgelerim var." Sürekli olarak bunları tekrar ediyordu. Sanıyordu ki bu sözcükler onu kurtarabilir. Kumandan Louis daha fazla dayanamamış olacak ki gözlerini devirip çocuğa seslendi. 

"Adın ne?" Cevap yok. Bir kere daha sorusunu yineledi. "Adın ne?" Yine cevap yok. Kolunu tutan askerlerden biri koluyla çocuğu dürttü. Kumandanı sinirlendirmek makul değildi çünkü. Lakin çocuk resmen kendinden geçmişti. Kafasını kaldıramıyordu dahi.

Bir kez daha sordu aynı soruyu Kumandan. Bu sefer de cevap alamayınca sinirle çenesini tutup kendisine bakmasını sağladı çocuğun. Soğuktan dolayı çepeçevre kızarmış Kumadanın gözleri ilk olarak çocuğun yemyeşil gözlerinde takılı kaldı. Güzel gözlerdi. Ve daha önce diğer Yahudilerde görmediği kadar beyaz olan teninin ne kadar solgun olduğu göze çarpıyordu. Dudakları da tıpkı cildi kadar solgundu. 

Louis daha fazla incelemenin yersiz olduğunu kendine hatırlatıp soğuk havayı bir nebze olsun unutabilmek için mendili burnuna kapattı.  "Adını sordum." Kanlanmış yeşil gözlerin titrediği dahi belli oluyordu. Karşısındaki adamın bu kampın Kumandanı olduğunu biliyor ve davranışlarına dikkat etmek istiyordu. Ama sanki imkansız gibiydi. 

Yine de kendini toparlamaya çalıştı. "Hersch." dedi her ne kadar zorlansa da. Kumandan kafasını salladı. "Dediği doğru mu? Piyano çalabiliyor musun?" İşte o an Hersch ne diyeceğini bilemedi. Bu sorunun doğru cevabı neydi? Hangi cevap kendisini şu an olduğu durumdan kurtarırdı? Hangi cevap ölümünü geciktirirdi? 

Hiçbir fikri yoktu. Ama karşısındaki adamın kendini beklemeye sabrı olmadığının da bilincindeydi. O yüzden doğruyu söyledi. "Evet." Bir süre bekledi. Aslında herhangi bir işaret bekliyordu ama hiçbir şey olmayınca telaşlandı. "Ama ben zaruri işçiyim. Belgelerim var. İsterseniz gösterebilirim. Metal işçisiyim ben." Ardı arkasına kelimleri sıralarken Louis karşısındaki genç çocuğun ellerine baktı. Ne yani? Bu pamuğa benzeyen narin eller mi kızgın demirleri işliyordu? Saçmalıktı! 

O an silahının kabzasını tutup bu genci öldürebilirdi. Yalan söylediği ayan beyan belliydi. Bu şu an etrafında olanlara da bir ders niteliğinde olurdu. Lakin yapmadı. Ne de olsa kendilerini eğlendirecek biri lazımdı. 

Bir şey demeden arkasını döndü. Birkaç adım attıktan sonra askerlere daha önce seçtiği iki kişiyi ve arkasına bıraktığı genci köşküne getirmelerini emretti. 



Jew at Piano ~larryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin