boş oda

27 3 28
                                    




by nepenthae,


by nepenthae,

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Hayata dair çok şey yaşadım ama daha çok şey öğrenemedim, tattığım en güzel duygu aşktı benim için. Çok şey öğrendim onun hakkında, sonsuzluğa adımlar atan bu güzel duygu beni değiştirdi, beni ben yaptı, nefes almam için bir sebep sundu.

Şimdi ise buradayız.

Önümde beyaz tuvalden bir duvar var ve ben nasıl istersem öyle renklendirebilirim, hayatta başıma gelen her şeyi buraya yazabilir, çizebilir ve boyayabilirim.

Bir tanesini seçip anlatma zamanım geldi, üç günlük siyah beyaz hayatıma sayamayacağım kadar renk kattım. Sonsuzluğa yükselen renklerim var. Hiçbirini seçmek zorunda değilim bu renklerin, hepsini çoktan hayatıma aldım ve anılarımı oluşturmaya başladım.

Boyanmayı ve boyamayı seçtim.

Ama öylesi var ki, beni beyaza boyadı.

O beni beyaza boyadı, ben ona gökkuşağının renklerini bahşettim. Birlikte başladık hayata tekrardan, önce adımlar attık ardından kahkahalar; hayatımızın orta yerinde birlikte düştük ve ağladık. Ben ona gülümsemeyi bahşettim, o bana kahkahaları. Sözler verdik tutmak için.

Konuşmak için kelimeleri bir araya getiremediğimizde duygularımıza tercüman olduk, elleri sırtımı okşuyordu ve ben de boğazımdaki yumru ile yutkunmaya çalışıyordum ardından bana her şeyin iyi olacağını söylüyordu, bunu da birlikte atlattık.

Şimdi gözümün önünden her renk geçiyor.

İlk önce yeşilin anlamını anımsıyorum, çocuksu kahkahalar ve annem ile babamın yeşil duvarıma çizdiği çiçek ve martılar.

Ardından kırmızı, ilk aşk. Buna dair anımsadığım tek şey...bilmiyorum, belki de hiç iyi bir hikaye değildir.

Mavi, ne zaman tutulduğumu bilmiyorum ama öyle aptalmışım ki kendi kendime sözler verirken pembe saçları her şeyi olan bir çocuğa tutulmaya başlamışım, küçük bir sır benim de saçlarım pembe.

Mavi'nin laciverte büründüğü an, her şeyin daha fazla yoğunlaştığı ve peşini bırakmadığı o renk. Gözlerim şimdiden dolmaya başladı, ikimizin de çekip gitme hayalleri vardı. Benim ki ondan önceydi, takılı kaldım. Gidemiyorum, orada her ne olursa olsun orada ve ben koşa koşa gidip ona kollarımı sarabilirim.

İstediğim kadar gülebilirim -ki beni güldüren o olur- istediğim kadar ağlayabilirim çünkü beni her zaman teselli eder, geçtiğini söyler ve omuzlarımdaki yükü hafifletir, istediğim kadar çığlık atabilirim rahatlamak istediğimde çünkü o benim güvenli olan içinde tüm renkleri bulunduran tek boş odam olur.

İstediğim her an laciverte boyadığı düşünceleri ve kelimeleri ile yanımda olur, dudaklarının arasından çıkacak olan iki kelimeye bakar bütün sözcüklerim.

İçimize sığdıramadığımız birbirimize karşı olan tutku, düşünce ve şehveti. Bir gün gidecek olsak bile gökkuşağının bizim için çizdiği yolda buluruz kendimizi.

Boş bir tuvali boyamaya başlamadan önce aklıma gelen tek bir renk vardı, o'da bütün ihtişam ve asilliği ile boynumda bir kolye olmuştu; amber. Ne olursa olsun her zaman boynumda bir kolye olacak kulağımda küpe kalacak tek renk.

Yanlış zaman da yanlış insan gitti ama bana bu rengi bıraktı. Ben de kulağıma küpe, boynuma kolye yaptım; anısını taşımak ve unutmamak için.

Amber, benim için çocukluk ve pamuk şekeri tadındaki sevgi demek.

Şimdi ise buradayız, hayatıma bir çok yeni renk kattığım kısımda.

Birlikte ağaçlar altında neşeli kahkahalar attığım tüm kırmızı anıları unutturan renkli birisi ruhumda. Tatlı ve tombul elleri, kısa ve en az onunki kadar tombul ellerimle birleşiyor şimdi. Yeminler ediyor, bana moru bahşediyor.

Mor, dünyadaki tüm karanlık odaların kapısının kapandığı yeni bir gökyüzünden sızan temiz bir ışığı andırıyor onda. Ama bazen karanlık bazen ise tüm karanlığa inat ışık dolu meyve bahçesi.

Bir gün, bir gün gidecek olursam bir köşeye saklanmak istersem onun kalbindeki uçsuz bucaksız o kör kuyuda olacağım, beni oraya prensesi kuleye tek başına kilitledikleri gibi kilitleyecekler ve ben, orada yok olacağım onunla birlikte.

Toprağa karışacağımız gün bizim sonsuz yaşama bir kez daha adım attığımız gün olacak, bu hastalıklı bedenle o kadar çok şey yaşadım ki...Çareyi çekip gitmekte buluyorum.

Ne kadar yalvarsam yakarsam da boş gelecek, sonu olmayan bir girdaba süzülecek bedenim, sevgili ruhum ve anılarım ise mor kapılı odalarda gezecek. Beni ne zaman özlerseniz, buraya gelin. Ellerinden tutun, çünkü benim gidiyor olmam onu kahrediyor.

Öylesine sevilmiş ve öylesine sevmiş hissediyorum ki kendimi, burayı bırakıp gitmek zor geliyor, gitme diye fısıldıyor dudakları bana. Yanı başımda Tanrı'ya yalvarıyor, ben ise başımı göğsüne yaslıyorum.

Derin bir nefes alıp bana tüm renkleri tattıran güzel adamın kokusunu içime çekiyor ve son bir kez öpüyorum onu. Dudakları titriyor, yaşlar akıyor.

Gözlerimi kapatıyorum, kulaklarıma çığlıklar ve haykırışlar doluyor.

Üzgünüm, gidiyorum.

İliklerimize kadar tüm renklerle boyadık birbirimizi, aşkı öğrendik. Senin için ayakta durduğum günler, senin koynunda son buldu. Senin kalbindeki mor kapılı odalarda, başka bir yaşamda sonsuzluğa kavuşacak.

Beni. Beni unutma sevgilim.



Biliyorum, kimse böyle bir son beklemiyordu, bende beklemiyordum. Aylar önce yazmaya başladığım bu mektubu bugün bitiriyorum.

Benim için fazlasıyla zorlayıcı olan bir süreçten geçtim, yazmak çok zordu. Şimdi her ne kadar içime sinmese de yarım bırakmak istemedim. Asla böyle planlamamıştım sonunu, herkes mutlu olacaktı ama birden böylesine ölümcül ve can sıkan kelimelere dönüştüler.

Yine de içimden bir şey böyle bitmesi gerekiyordu diyor.

sevmeye dair bir mektupHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin