Çengel İdris

31 0 0
                                    

Onu askerliğimin ilk gününde, hepimize ana binayı dolaştırırlarken, cephanelikte gördüm. Malzeme kutularının üzerine yayılmış, hemşerileriyle sohbet ediyordu. Cephanelik, binanın ikinci katında, geniş bir koridor boşluğunun kepenkle kapatılmasıyla ortaya çıkmış bir alandı. Tüfekler, cephane kutuları, kamuflajlar buraya yerleştirilmişti. İdris de buranın sorumlusuydu. Kendisine lakap olacak kadar kavisli bir burnu, saf bir laz lehçesi ve dört dönen gözleri vardı. Ortadan kısa boyluydu, zayıftı, ama kalıbının ötesinde bir cesarete sahipti. Bu cesaretten olsa gerek, astsubaya söyleyip, daha yeni gelen biz kısa dönem askerlere iş verdirtmeye çalıştı. Astsubay, daha sağını solunu tanıyamayan acemi askerleri cephaneliğe sokmak istemedi. Çengel İdrisi’i “boş boş oturma, işleri kendin yap” diye tersledi...

Çengel İdris, diğer uzun dönem askerler gibi, orduda çok zaman geçirmenin tüm imkânlarını kullanmayı öğrenmişti. Nereden yemek bulunur, ağır işten nasıl kaçılır, başkasına nasıl iş yıkılır? Zamanla bu özelliklerini fark etmeye başlamıştım. Arada yemeklerde Çengel İdris’e rastlardım. Önünde karpuzlar, börekler, kekler... “Bütün bunları nereden buluyor?” derdim, karnım guruldayarak. Silahlı eğitime çıkarken, ilk kez silahı bana Çengel İdris uzattı. Yüzünde umursamaz bir gülüş, alay edercesine verdi silahı; “Sikı dud ha, dek parca gerü isderüm. Başina bişii gelursa yekarum askerluğuni.” Çengel’in takılmalarını duyacak durumda değildim o zamanlar... Tüm gün koşu, üstüne ağır bir eğitim, akşamları nöbet. Üstelik kuş kadar yemek... Resmen günleri idareli kullanıyordum. Bulduğum her fırsatta uyuyor, gerekmedikçe hareket etmemeye çalışıyordum. 

Sonunda acemi eğitimini tamamladık ve yuvadan uçmaya hazır, genç kuşlar gibi, iki kanadımıza rütbelerimizi taktık. Çavuş olmuştuk, artık Onbaşı İdris karşımda “hazırol”da durmalıydı. Bu yeni rütbe yeni sorumluluklar demekti. Artık sabit bir yerde nöbet beklemek yoktu, tüm askerleri gece nöbete götürmek, onları kontrol etmek ve eksiksiz geri getirmek görevimizdi. Uzun dönem askerler bizden farklı bir hayat yaşıyorlardı. Daha yoğun çalışıyor, daha uzun süre ayakta kalıyorlardı. Şanstan mıdır, kısmetten mi bilinmez, bizim birlikteki uzun dönem askerlerin çoğu Laz’dı.

O gece nöbet listemde hem Çengel İdris hem de memleketlisi Kamil vardı. Kamil yüzbaşının yazıcısıydı. Yüzbaşı gece yarılarına kadar onu çalıştırırdı. Birkaç kez gece nöbetinde rastlamıştım. Koşturarak işleri yetiştirmeye çalışır, listeleri yazar, yerleri siler, bir yandan da kıyafetleri ütülerdi. “Bir insan bu kadar uzun süre çalışır mı?” diye düşünmeden edemezdim. O gece, iki-dört nöbeti vardı. Yatağına baktım. Yerinde yoktu. Hemen yazıhaneye koştum. Orada çalışıyordu. Gök mavisi gözlerine bakıp, “Nöbet saatin?” diye sordum. Saf bir yüz ifadesiyle, dalgın dalgın cevap verdi: “Biliyorum Çavuşum“ dedi. “Öyleyse?” diye devam ettim.

- Yüzbaşı mutlaka nöbet tutmamı, listede olmamı istiyor ama zaten altıdan beri burada nöbetteyim. Sabaha kadar, bilgisayara geçirmemi istediği sekiz sayfa yazı daha bekliyor. İki saate kadar bunları bitirip, çok az uyuyup sonra yine buraya döneceğim.

Kamil de Laz’dı, ama İstanbul’da doğup büyüdüğü için şivesi yok denecek kadar azdı. Kendi aralarında Lazca konuşmasalar, normalde Laz olduğunu da anlamazdım. Acıdım temiz yüzlü çocuğa... “Nöbetçi subaya izah ederim durumu. Biran önce bitir de uykuya git” dedim.

Nöbetçi subayın odasına geldim. Durumu anlattım. O geceki nöbetçi subay, bölükte Yüzbaşı’dan sonra en etkili kişiydi. Rütbesi Kıdemli Başçavuş’tu ama tüm para onaylarını, izin imzalarını, yönetim kararlarını takip ettiği için herkesin ona işi düşerdi. Kısa boyu, çelimsiz ama dinç vücuduyla pire gibi hareket ederdi. Sıkıldığı zaman kepini çıkarır, önüne koyar, düz saçları kaşırdı uzun uzun. Hem Kamil’in durumunu hem de bölükte hasta olan diğer çavuşu anlattım. O gece ateşi çıkan arkadaşın nöbetini de benim dağıtmamı istedi komutan, saçlarını kaşırken... Zaten 06:00-07:00 nöbeti, hepimiz ayakta olacağız diye düşündüm. Komutana “Emredersiniz” deyip, işime döndüm.

Sabah oldu. “Herkesin ayakta olduğu zamanlar, işim uzun sürmez” diye düşünüp, nöbetçileri hızlıca yerlerine dağıttım. Ama biri eksik… Sayıyorum, sayıyorum, bir kişi yok. Sonunda listeden durumu fark ettim. Çengel İdris kayıp... Ranzasına gittim. İki katlı ranzanın alt katında, gri demirlere sarılmış, mavi şiltelerin içinde gömülü, horlayarak uyuyor. “Nöbete kalk” diyorum, “Git başımdan” diyor. Odasından çıkıyorum. Uzun dönem askerlerden biri, kısa dönem askerlere ait bir dolabı açmış, tıraş bıçağını yürütüyor. Çengel’in burada olup, engellemesi lazımdı diiyorum. Sonra aklıma “Bır dene de bena vaer” derdi herhalde diye muzip bir düşünce geliyor. Sonra nöbetçi subay odasına iniyorum. “Komutanım, Çengel” diyorum. “Tamam” diyor, “Ben hallederim, sen git”. Sanki bu durumu daha önce birkaç kez yaşamışlar... Ben çıkıp, kahvaltıya gidiyorum.

Akşam oluyor birlik çalkalanıyor. Kamil, benim de duymamı istercesine, hararetli bir şekilde arkadaşlarına anlatıyor: “Sonra Başçavuş, Çengel’in kafasını ranzalara, dolaplara vura vura dövmüş. “Sen niye nöbet yerinde değilsin? Seni bana sayıyla mı verdiler? Bu kaçıncı?” diyormuş.” Sonra bana dönüyor: “Sen de gördün mü Çavuşum?” Laz dayanışmasının farkında olarak, “ben görmedim” diyorum. Bir de bana düşman olsunlar, istemiyorum. Sonradan öğreniyorum ki, İdris’in kulak zarı patlamış dayak yerken. Hastaneye götürüp ameliyata almışlar. İki hafta hastanede yatmış, sonra da izin alıp memleketine gitmiş.

O birliğe döndüğünde biz askerliği bitirmek üzereydik. Ayaklarımız yere basmıyor, dışarıda biz yokken değişen hayatı merak ediyorduk. Yine bir yemekte rastladım İdris’e. Nereden bulmuşsa, bir bütün kavunu mideye indiryordu köfteyle birlikte. Kavun askeriyede bulunması çok zor bir meyveydi. Açlıktan nasıl bakmışsam kavuna, acıdı, bir parça verdi. Yaptığım açgözlülüğe utandım sonra... “Nasıl oldun?” diye sordum kavunu mideye indirirken.

- Nasul olalim işte... Hala bordayuz. Sizu da gönderiyruz. Sızdan once uç kisa gönderdum ben. İkü dane daha gönderirüm herhal. Hala seküz ay askerlük var. Koye gittum izunda... Sevduğum kizı başkasuna vermuşler. Kulak da gittu. Yarum kaldık... Yaruma, çulsıza kiz verurlar mu? Ben yarum, eskerluk yarum, bından sorra ne yabalum?

Sustum... Daha önce susmam gerekirken, çok geç kalmış bir şekilde sustum. Bilmeden yaptığım hatanın içimi kemirmesini dinleyerek, vicdan azabımın altında ezilerek sustum.

Yıllar sonra alışveriş merkezinde Kamil’e rastladım. İşsizdim, canım sıkkındı. Derdimi anlattım. Bir market zincirinde genel müdür olarak çalıştığını ve pazarlama müdürü aradıklarını aktardı. Beni patronla görüştüreceğini söyledi. Telefonumu aldı. Gerçekten de iki gün sonra beni görüşmeye davet etti. Heyecanla gittim. Kamil’i buldum, beraber patronun odasına girdik. Bir de baktım karşımda Çengel İdris... Meğer İdris, birliğin satın almasını da yaparmış. Meyveleri, yemekleri oradan bulurmuş. Askerlikten sonra alışveriş yaptığı markette çalışmaya başlamış. Bir süre sonra kendi maketini açmış. İşleri yaver gitmiş, iki market üç olmış. Üç beş... Şimdi 20 marketlik bir zincir sahibiymiş. Görüşme sohbetle, muhabbetle geçti ama iş parada tıkandı.

- Akadaşum daha bunın sikortasi vear, yımeğu vear, bena kaca çikacağunu bilüyör müsın?

Velhasıl istediğim paranın ancak yarısını verebileceğini söyledi Çengel İdris... Anlaşamadık ama hayatın bize ne büyük oyunlar hazırladığına tanıklık ederek ayrıldım yanından.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 09, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Çengel İdrisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin