..... Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Karanlık bir sudur tepende akar,
toprağın içinde gider kökleri,
dalları, yukardan Yunus'a bakar...«- Köy işi zordur katiyen
vücut ezilir bir defa.
Toprağa çömelip bak dört tarafa:
bela hangi inde pusmuş
bilinir mi?
Mümkünü yok vurulsun...»Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...
«- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
Geldik
gidiyoruz öylesine...
Tevatür güzelmiş İstanbul şehri,
varıp görülmesi nasibolmadı.
Velâkin niye tiftiği yok
altmış haneden otuzunun? ...»Tiftiği yoktu Yunus'un...
«- Attığın taş
dediğin kuşu vurmuyor.
Dünya trene bindi.
Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
Elimiz ayağımız: öküz.
Çok zor olur öküzü satmak,
yarı ölümdür yani.
Öküz gitti mi korkulursun...»Sattılar öküzünü Yunus'un...
«- Herhal yolların sonu göründü.
Bu olan işleri akıl almaz.
Toprak sabuna döndü
kayar insanın elinden.
Cümle mahlukatın mekânı vardır
kurdun mekânı olmaz.
Toprağın elinden kaydı mıydı
bir mekânsız kurt olursun...»Kaydı toprağı elinden Yunus'un...
Cevizlerini Eylülde döker,
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu.
Yunus durmadan
Yunus kaybettikçe onu düşünür,
o, bir şey isteyip, bir şey sormadan
rüzgârda konuşurdu kendi kendine...Çocuklara ana,
tohuma toprak
ve karı lâzımdır erkek kısmına...Bir kız kaçırdı Yunus:
Çünkü düğün pahalı
kız kaçırmak ucuz...Fakirin karısı kavi olmaz...