hatrı sayılır bir süredir oturup adamakıllı tek cümle dahi yazmamış olduğumdan dolayı yaklaşık on dakikadır yalnızca ekrana bakıyorum. yazıp yazıp silme durumunu bile yaşamadım. sanki kafam boşaltılmış ve ne varsa hepsi karnıma doldurulmuş gibi iğrenç bir karın ağrısı çekiyorum, canım öyle yanıyor ki kelimeler dahi kaçıyor benim ellerimden. kelimelerin bile canını yakabiliyorum. eğer benden şu an başarılı olduğum bir konuda örnek vermem istenseydi hiç tereddütsüz bunu söylerdim. fakat normal şartlarda bu denli dürüst değilimdir. yalan söylemek her zaman daha cazip gelir, hele ki bir yabancıyla konuşuyorsam. yalanımın açığa çıkamayacağı konusunda kendimi ikna etmem durumunda her daim birinci tercihimdir. çünkü asla gerçekler beni tatmin etmez. hep daha iyisi, daha şaşalısı, daha, daha... benim niteliklerimin üzerindeki her "daha"yı öyle güzel oynarım ki ben, sahteyi gerçeğinden ayıramayan yabancı bana inanır. fakat beni bu da tatmin etmez. kendime de yalan söylerim bu yüzden. "biraz daha çalışırsan başaracaksın. sen bundan daha iyisin. sen daha değerlisin. sen daha..."
sonra aniden farkına varırım ki; kendime de tıpkı yeni tanıştığım bir yabancı misali her zaman oynadığım "daha"lı kusursuzluk masallarını anlatıyorum. kendi gözümde dahi yeniden şekillendirilmeye ihtiyacım var. hep "daha"sı var. benim ne olduğumun hiçbir önemi yok çünkü ben asla "daha"olamıyorum. ben yalnızca yalanlar söylüyorum. kendime, tanımadığım insanlara, beni tanıdığını zanneden insanlara, her an herkese... yalanlar. peri masalları. çocuk kandırma tadında yanılsamalar. büyük aldatmalar. küçük ve pembe olanlar. büyük ve is dolu olanlar. türlü türlü, biçim biçim yalanlar. bir insan kendine neden yalan söyler diye sorgulatacak kadar fazla yalan. cevabına sahip olmadığım yalanına tutunmama sebep olacak kadar keskin cevapları olan sorgulamalar yaşatacak kadar fazla yalan. ellerimi yüzümde gezdirirken kendi bedenime yabancı olmama olanak sağlayan yalanlar, kafamdaki mükemmelliyetçileri doyurma çabasıyla beni sürekli parçalara ayırıp başka bir ben elde eden yalanlar, sızlayan vicdanımın tiz çığlıklarını kirli bezlerle tıkayan yalanlar, ellerimi kollarımı birbirine zincirleyip beni zihnimin en kuytu köşesine atan tatlı, küçük yalanlar.
yalanlarımın doğurduğu sanrılar.
"bir insan neden kendisine yalan söyler?"
bir insan neden kendini bir sanrının içine hapseder?
kendi iyiliği için mi? belki. sırf "daha" masallarını anlatmamak adına bile gülümseyerek kendi kulaklarına yalanlar fısıldayabilirim. fakat sanrı dediğin, ne kadar uzun sürebilir? bir hafta? bir ay? belki, bir yıl? gerçekliğin ağır balyozları teker teker her bir fısıltıyı ve sanrıyı paramparça ettiği vakit ne olur?
çatırdarsınız.
sanrılarınız, "daha" masallarınız, bütün yalanlarınız... her biri ince ince kırıklara ayrılıp dört bir yanınıza dağılır. öyle bir kırılırsınız ki artık ne gerçek ne sanrı farkına varırsınız. "daha" masallarınız şimdi yalnızca geride kalmış bir şehir efsanesi oluverir. her daim bir şeyleri unutmaya çalışırsınız fakat söylediğiniz yalanlar o kadar fazladır ki unuttuklarınız gerçeğiniz mi yoksa yalanınız mı onu bile anlayamazsınız.
duraksarsınız ha bire, bazen duraksadığınız anda saatler geçirirsiniz. zaman kavramınız zaten çoktan kaybetmiş olduğunuz bir başka unsurdur. bütün bunlara dayanamıyor gibi hissedersiniz ama öyle bir dayanırsınız ki bir an sahiden de bir kurtuluşunuz olduğu yanılgısına kapılırsınız. yanılırsınız.
çünkü bu sanrılardan ve "daha" masallarından bir daha asla, asla kurtulamazsınız.
çünkü bu sanrılardan ve "daha" masallarından bir daha asla, asla kurtulamadım.