Cildimi ortadan ikiye ayırıp açsam içimden daha iyi bir ben çıkar mı diye düşünüyorum. Belki benim de içimde kemiklerimin arkasına saklanmış, organlarımın arasına sızmış, bütün bu olup bitenlerden bihaber kalmış bir ben vardır.
Saf, temiz, hatta tertemiz, ellerini daha önce hiç ama hiç karanlığa bulamamış, ellerini daha önce hiç ama hiç kırmızıya daldırmamış, ellerini daha önce hiç ama hiç saçlarına dolamamış, ellerini daha önce hiç ama hiç bir başkasının boynuna sarmamış olan başka bir ben. Kafasındakilerle başa çıkmaya çalışmak zorunda kalmayan, elini attığı her işte başarılı, gurur kaynağı, mutlu, musmutlu bir başka ben.
El değmemiş bir vücudu olan, akıttığı tek gözyaşı mutluluk sebebiyle olan, güzel mi güzel bir başka ben. El değmemiş bir ruhu olan bir başka ben. Attığı çığlıkları yalnızca heyecandan atan bir başka ben. Ailesiyle huzurlu yuvasında, elinde bir bardak çayla, belki bir dilim kek eşliğinde muhabbet eden bir başka ben. Babasının biricik kızı, annesinin kuzusu. Bir başka ben.
Okulun derece öğrencilerinden, hatta derece öğrencisi. Bir başka ben. İstediği her şeye, hem de her şeye sahip olan pamuk saçlı, güneş gülüşlü o kız. Bir başka ben.
Sevilen, çok sevilen, bütün gözlerin aradığı, el üstünde tutulan. Bir başka ben. Saçları çekilmek yerine okşanan, duyduğu tek şey bağırtı yerine sevgi sözcükleri olan, yanaklarına sert tokatlar yemek yerine yanakları okşanan. Bir başka ben.
Gözleri pasparlak, sanki dünyanın bütün enerjisini, güneşin bütün aydınlığını, gecenin bütün ışıltısını gözlerine hapsetmiş, bakışları donuk olmaktan çok uzak, irisleri baktığı herkese gülümsüyor. Bir başka ben.
Son zamanlarda düşünüyorum. Eğer kabuğumu yarıp, eğer içimi açıp, eğer kemiklerime kadar eşelersem, eğer yeterince denersem, içimde bulabilir miyim bir başka ben.