Hayaletin Kokusu

161 51 17
                                    



"Elim gerçeklerle dolu olsaydı, onu açmadan önce çok düşünürdüm."

 Bovier de Fontenelle


Bakış açınızı değiştirin, bakış açınızı değiştirin. Başka bir şey bildikleri yok! Bazen nereden bakarsanız bakın hep aynı şeyi görürsünüz. En azından ben öyle görürdüm. Oturduğum yerden kalkmadan, hafifçe doğrulup, pencereden içeri sızan ışığı izledim. Huzursuzca ayaklarımı oynatarak, boş gözlerle etrafı incelemeyi sürdürdüm.

"Evet, sizi dinliyorum," dedi, orta yaşlarındaki, iyi giyimli adam.

"Bugün bana ne anlatmak istersiniz?"

Gerçekten duymak isteyip istemediği hakkında, kendimle ufak bir muhakemeye girdim. Neyse, zaten bunun ne önemi vardı ki? Dertlerinizi adeta bir rende misali soyup atacak gibi duran beyaz koltuğa uzanıp, kemikli uzun parmaklarını istikrarlı bir şekilde masaya vuran doktora, her gün kafamın içinde tekrarını verdiğim şeyleri anlatıyordum. Bunun benim için de bir sakıncası yoktu elbette.

Elimde kemanımı tuttuğum, bilmem kaç yılında çekilmiş ve oldukça yıpranmış bir fotoğrafı masaya koydum. Zaman ona da, en az bana olduğu kadar acımasız davranmıştı. Kıvrılmış kenarlarını, fazla baskı uygulamadan düzelttim. Gözlerimi ağzımdan çıkacak ve içinden bilhassa seçilmiş kelimeleri not almak için bekleyen doktorun gözlerine kenetledim. Şaşırtıcı derecedeki konforlu koltuğa yaslanıp, anlatmaya başladım.

Yağmurlu bir akşamdı, belki de değildi ama benim okuduğum hikâyeler genelde böyle başlardı. Ben her zamanki gibi beyaz gömleğimi siyah pantolonumun içine sokmuş vaziyette, oldukça dik ve insanı hipnotize eden evimin merdivenlerinden yavaşça aşağıya indim. Oldukça ifadesiz yüz hatlarına sahip olan komşum sahaf Rüstem Efendi'yi selamladım. Boylu boyunca uzanan, heykellerle bezenmiş, adeta gotik mimariyi çağrıştıran evlerin arasında bir müddet yürüdüm.

Her gün aynı yerde keman çalardım, bir çiçek bahçesinin önünde. Yalnız, etrafı tellerle çevrili olduğundan tüm o leziz kokuyu ancak uzaktan alabilirdim. Zaten ona da böyle alelade bir zamanda rastladım, beyaz puanlı elbisesi, kocaman tül şapkası ve zarif ellerini saran eldivenleriyle. Önümde bulunan çantaya saten bir mendil içinde para bırakmıştı. Çiçekleri bastıran kokusu ve sarı bukleli saçlarıyla, ben ve beraberimde birçok kişi kendisine hayran kalmıştık.

O günden sonra hiçbir şey aynı olmadı. Yataktan tarifi imkânsız bir mutlulukla uyanıyor, tüm gün yüzümde oldukça eğreti duran bir gülümsemeyle geziyordum. Bu değişiklik Rüstem Efendi'nin de dikkatini çekmiş olacağından "Sizi ilk defa böyle görüyorum," demişti. Bunun üzerine "Nasıl?" diye sormuştum ben de. "Gerçek olamayacak kadar güzel bir hayale kapılmış gibi," diye yanıtlamıştı.

Onu bir kez daha görme umuduyla artık her gün aynı saatte keman çalmak için çıksam da, hüsrana uğramıştım. Bir hafta geçmişti ve ona ait hiçbir iz yoktu. Günden güne umudumu yitirmeye başladım. Ben de yeni bir beste yapmak için eve kapandım. Gücümü ancak bu şekilde toplayabilirdim.


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Yapabildiniz mi peki?" dedi, gözlerini bir süredir tuttuğu ahşap kaplı defterinden kaldırarak.

Belli bir tempoda salladığım ayağımı durdurup, araya giren doktora baktım.

"Elbette," dedim, gömleğimin yakasını gururla düzelterek.

"İsmini de 'Hayaletin Kokusu' koydum."

Doktor bacak bacak üzerine atıp, yeniden notlar almaya başladığında, yarıda kalan hikâyemi tamamlamak üzere ayaklarımı uzattım.

Günler sonra tekrar evden çıktım. Bu defa kimseyi selamlamadan, doğruca her zamanki yerime gittim. Arşemi kemanın narin telleri üzerine koyarak, gözlerimi kapatıp, bestemi çalmaya başladım. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Açtığımda boylu boyunca uzanan çantamın açık olan kapağında, beyaz bir mendil gördüm.

"Onun geldiğini mi düşünüyorsunuz?" diye araya girdiğinde, öfkemi kontrol edemeyerek, uzandığım yerden hızlıca doğrulup, doktora baktım.

"Elbette oydu! Hunharca atılan onlarca bozuk paranın arasında tüm asaletiyle salınan ipek bir mendil, başka kimin olabilirdi?"

Uyuşmuş bacaklarımı harekete geçirmek için ayağa kalktım. Oldukça küçük olan odaya bir şey aramışçasına göz gezdirdim. Duvarda mozaikten oluşan bir kedi, bilemiyorum belki de bir köpek, yarattığı yanılsamanın verdiği hazla sırıtıyordu.

Arkamı dönünce beklenti içinde bana bakan bir çift gözle rastlaştık. Gayri ihtiyari koltuğuma yeniden oturup, arkama yaslandım.

Ne diyordum? Mendil, evet. Onu alıp evimin başköşesine koydum. Böylelikle oraya her girdiğimde beni onun kokusu karşılıyordu. İçimde tanımlayamadığım bir heyecan duygusu vardı. Yalnız... Bir müddet sonra onu kaybettim. Her yere baktım fakat bir türlü bulamadım.

"Eldivenli kadını mı?"

"Tanrı aşkına, beyaz mendilden bahsediyorum!" diye cevapladım, doktorun bu anlamsız sorusuna.

"Peki, onu bir daha gördünüz mü?" diye, bir soru yöneltti bu kez de.

"Elbette," dedim.

Ondan sonra, beni her hafta aynı saatte dinlemeye gelir, uzaktan sessizce izlerdi. Birbirini takip eden birkaç günden sonra, bir bahar sabahı yanıma gelerek ismini söyledi. Birlikte oturup, kahve bile içtik. Zaten, o günden sonra da hiç ayrılmadık. 

Gözlerim pencereden süzülen ışığı arasa da, sessiz sedasız gitmiş olacağından, odaya adeta bir karanlık hakimdi. Alnımı kaşıyıp, kollarımı göğsümde kavuşturdum. Sırtımdan süzülen teri hissedince, huzursuz oldum.

"Sahi," dedim.

"O nerede?"

Doktor şüpheli bakışlarını üzerimde gezdirdi, yeterince tatmin olmamış gibi bir hali vardı. Gözlüklerini çıkarıp, birkaç saniye gözlerini ovaladıktan sonra geri taktı. Elinde tuttuğu defterin kapağını kapatıp, hemen önündeki karmaşıklığın arasına attı.

"Fikri Bey," diye başladı sözlerine.

"Çok üzgünüm fakat siz uzun zamandır bu hastanede kalıyorsunuz, eşinizi kaybettiğiniz kazadan beri... Bunları hatırlıyor musunuz?"

Seneler evvel son kez kollarımda tuttuğum kadını anımsadım, sedyeden dökülen saçlarının her telinin, kalbime nasıl saplandığını düşünerek.

Tüm söylenenleri hazmetmem biraz zaman aldı. Ağzımı açıp birkaç kelam etmek istesem de yapamadım. Onun yerine, doktora sunabilecek bir kanıt aradım. Başımı hızla masaya çevirip, el yordamıyla karıştırdım her noktasını. Gözlerimle bir süreliğine ortalığı taradım. Masanın üzerine bıraktığım fotoğrafın yerinde bir kutu kâğıt mendil ve tamamı siyah sayılacak düzinelerce kalem vardı. Kafamı kaldırdım. Mozaik tablo orada duruyordu. Aslına bakarsanız ne kedi ne de köpek vardı.

Sanırım bu da bir çeşit bakış açısı zırvalığı olmalıydı.

Hayaletin KokusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin