1

344 41 52
                                    

İlgisiz gözlerini sıra sıra asılmış olan birbirinden farklı tablolarda gezdirirken, pek de bir şey hissetmiyordu Louis. Açıkçası sanata dair olan her şey güzeldi, ancak bununla sınırlıydı sanat hakkında düşündükleri. Sadece güzel.

Yani arkadaşının açmak için hevesle beklediği resim sergisinde, ilgisini çeken pek de bir şey olmamıştı. Bir tabloya rastlayana dek.

Gözlerini tabloya değdirdiği an olduğu mekândan ve zamandan soyutlanmış, kulağına dolan tüm o uğultu son bularak tüyleri diken diken olmuştu. Gözlerini alamadığı tabloya, hapsedilmiş bir deniz erkeği resmedilmişti. Ve ağzından baloncuklar çıkartarak korkuyla hayal kırıklığının apaçık sarmaladığı yüzünü yarı yarıya gizlese de, yemyeşil gözler, tüm zerafetiyle ağzı açık bir sandıktaki hazine gibi seriliydi bakan gözlere.

Nabzının hızlandığını, kanın kulaklarını dolduran uğultusunu hissetti Louis tabloya baktığı her saniye. Yanına gelen arkadaşı, "Siktir, neden bayılacakmış gibi bakıyorsun?" diyene dek, kendisine gelememişti.

Ona döndüğünde, kendisine alayla bakan gözler ciddileşti ve, "Dostum," dedi Diego ciddiyetle. "Stendhal sendromu falan mı geçiriyorsun şu an? Betin benzin atmış." Uzun sarı saçlarını beyaz takımına uymayacak şekilde dağınıkça toplamıştı ve kirpiklerinin bile sarı olduğu mavi gözleri aydınlık bir ifadeyle parlıyordu.

"Bunu nasıl çizdin?" diye sordu Louis, sesinde açık bir inanamamazlık vardı. "Çok gerçekçi."

Diego genişçe sırıtarak ellerini kaldırdı ve parmaklarını oynatırken, "Bu elleri fazla hafife alıyorsun," dedi.

Louis onun bu gevşek tavrını umursamadan tabloya döndü, ardından birkaç saniye tabloyu izleyip, "Bunu alıyorum," dedi net bir sesle, az sonra bir tuzağa düşürüleceğinden habersiz.

Diego, "Ne?" diye sorsa da, Louis onu dinlemeden elindeki kokteyli onun elleri arasına tutuşturdu, duvarda asılı olan büyük tabloyu aldı. Gözleri kendisine şaşkınlıkla bakan Diego'ya döndüğünde, tabloyu herkesten saklamak ister gibi kendisine doğru çevirmişti.

"Ücret işini daha sonra hâllederiz," diyen Louis'ye, "Acelen ne? Onu öylece götüremezsin ayrıca," diye konuştu Diego. Ama Louis onu dinlemeden elindeki tabloyla birlikte ilerlemeye başladığında, kendisine dik dik bakan insanları da dikkate almayarak son hızda yürüyordu çıkışa doğru.

Aslında o, iki kişinin kendisinden istediğini yapmıştı tam olarak.

Elleri arasında tuttuğu bir tablo değilmiş de kendi kalbiymiş gibi dikkatle yürümekteyken, "Bakın burada kim varmış?" diyerek önüne çıkan adam yüzünden ansızın durmak zorunda kaldı.

Tamamen önüne geçerek elindeki şampanya kadehiyle birlikte kendisine gülümseyen adam, televizyonda gördüğü andan itibaren kanalı değiştirdiği ve yöntemlerini beğenmediği ünlü profesör doktor Isaac'ten başkası değildi.

Beyaz saçlarını geriye doğru yatırarak şekil vermiş, siyah bir smokin giymişti. Adam elinde sıkıca tuttuğu tabloya bakarak, "Yeni parlayan merhametli yıldız, Doktor Tomlinson," dediğinde, "Merhaba," dedi Louis iddialı bir sesle. Bakışları rahatsızlığını gizlese de, içinde kendisini rahatsız eden o duyguyu atamıyordu.

Isaac kafasını geçiştirircesine sallayarak küçümseyen bir ifade takınarak güldüğünde, "Uzatmayacağım," dedi gözleri yeniden Louis ile buluştuğunda. "Sana göstermek istediğim bir şey var. Bu işte tek değilim ve zekâsına güvenebileceğimiz genç kanları aramızda görmek istiyoruz."

Louis ona, kendisine neyi göstermek istediğini bile sormadan, "Ya kabul etmezsem?" dedi sabit bir sesle. Buradan hemen gitmek istiyor, üzerine çöreklenen ağırlığı atmak için şişelerine sığınmayı diliyordu içinden.

merman//larry short storyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin