yeni doğan'ın kaderi.

1.8K 192 284
                                    


***

Krallığın ömrü, yeni doğanınkiyle son bulacak.

"Kaçıncı yıldayız?" diye sordu genç adam. Soluk benizli, uzun yüzünü, şafaktan beri nöbetine eşlik eden asker arkadaşına döndürmüştü. Hazanın geldiğini hissettiren usul bir rüzgar gözlerini yaşartıyordu oysa yanındaki, onun aksine kirpiklerini bile kımıldatmadan bir süre daha tam karşıyı izlemeye devam etti. Tüm bu olanlar onu ilgilendirmiyordu anlaşılan. Odaklandığı tek şey göreviydi.

"Yüz yirmi altıncı ejderha yılı." diye cevapladı yine de kendisine yöneltilen soruyu. Suratında dudakları hariç hiçbir yeri oynamamıştı. Aldığı cevapla "Ejderha," diye tekrarladı, diğeri. Mızrağına daha sıkı sarılıp miğferini düzeltti. Sesi, saatlerdir kalenin içinden yükselen kadın çığlıkları arasından kendi kulağına bile zor ulaşmıştı. "Krallığa güç getirecek demek. Dua edelim de bir prens olsun. Ejderha yılı..."

Bu sırada kalenin içinde, çığlıkları sanki acısını azaltacakmış gibi artan kadın, kasıklarının arasındaki dünyayı dışarı itmekle meşguldü. Dudaklarını dişliyor, ellerini tutan elleri sıkıyor, tüm vücudu titreyene kadar ıkınıyor ve tabi bunları yaparken de hiç durmadan bağırıyordu. Çığlıkları surları aşmıştı. Öyle ki kalenin kapısını kollayan askerler, kendi seslerini zor duyuyorlardı.

İkinci ejderhayı takip eden yılan, büyük bir fırtına koparacak.

Gebeliği çok sıkıntılıydı. Kasıklarındaki o tuhaf sancı hiç geçmediği gibi rahmine düşen, büyüdükçe artmıştı. Kilo almak şöyle dursun, kemikleri vücudundan çıkıntılık edecek kadar zayıflamıştı. Ne yese çıkarıyordu. Normalde gebeliğinin ilk aylarında midesi bulanırdı oysa doğurmak üzere olduğu şu zaman diliminde bile kusmak istiyordu, midesi bomboştu. Her şey çok tuhaftı. Tüm talihsizliklere rağmen rahmine bu kadar süre tutunmayı başarabilen ilk bebeğini kucağına alacaktı birazdan. Hiç heyecan duymuyordu. Tuhaftı.

Yeni doğan, yılan senesinde, yaşını göremeden ölecek.

"Son bir kez daha ıkının," dedi, kırışık elleri ve buz mavisi gözleri, kadının bacak arasından hiç ayrılmayan yaşlı şifacı. Derin sesi, yorgun fakat şefkatliydi. "Kafasını çekebileceğim kadar gelmek üzere, Leydim. Son bir kez daha ıkının."

Kollarından ve kaburgalarından kuvvetin çekildiğini hissetse de duyduğu umut dolu cümlenin üzerine bir kez daha ıkındı genç kadın. Cılız bir ıkınmaydı. Gelmek üzere, diye düşündü. Kendini ikna etmeye, kafasını toplamaya çalışıyordu. Bir güçlü ıkınmayla katlanmak zorunda kaldığı tüm bu acı geçecekti. Defalarca kere rahmine tutunamayan bebeklerinin ardından, birazdan annelik hissini tadabilecekti. Gelmek üzere.

Yine de bir an, midesi korkuyla kasıldı. O güne kadar düşünebildiği tek şey onu kucağına sağ salim alabilmekken bebeğin doğmak üzere olduğu o bir dakikanın içinde, "Oğlan." diye dua etti tanrılara. "Bir oğlan çocuğu bağışlayın krallığımıza."

Kıyımla gelen kıyımla gidecek.

Gücünü topladı, alnında biriken terleri silmekten ıslanmış mendil bir diğeriyle değiştirilirken derin bir nefes aldı ve tüm umudunu bindirdiği güçlü bir itişi kaburgalarından kasıklarına yolladı. Şifacının gözlerindeki buzlar, bir anlığına dağıldı. Bir çalıyı andıran sertliğiyle kırışık elleri, kadının mahrem yerlerinde dolandı. Bir an sonra kadın, vücudunda bir rahatlama hissetti. Sanki yıllardır taşıdığı kamburu biri sırtından çekip almış gibi...

Tanrılar yeni doğanı korusun.

"Bir inanışa göre," dedi. Kadının çığlıkları dinmişti. Asker, yüzüne ufak bir tebessüm kondurdu. Çalınan çandan anlaşıldığına göre yeni doğan, bir oğlan çocuğuydu. "Evren Tiamat adında bir ejderhanın yarılan göğsünden yaratılmış. Gök ve yer. Ejderha, yaşam demek."

Might Be Dead by Tomorrow ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin