1. Bölüm

203 21 11
                                    

‘’Gösterdiğin hiçbir kıyafeti beğenmedim. Doğum günü partimde siyah ya da koyu bir renk giyecek değilim. İçiniz çürümüş sizin, açılın bakayım ipleri elime alıyorum. ‘’ diyerek oturduğum yerden kalktım ve önümde bana siyah bir elbise gösteren Eylül’ü elindeki elbisesi ile beraber kenara ittirdim. Mağazada gezinirken gözüme çarpan turkuaz renkli elbiseye doğru yürüdüm. Elime aldığım elbise bu güne kadar ki en güzel elbiselerden birisiydi sanırım. Başımda dikilen görevliye elbiseyi gösterdim. ‘’Bunun 36 bedenini alabilir miyim acaba ? ‘’ Saçını yukardan sıkı bir at kuyruğu yapmış esmer görevli elbiseyi elimden aldı. ‘’Tabi, hemen getiriyorum. ‘’ diyerek yanımdan uzaklaştı.

  Sinem’in çok beğenerek alıp kabine girdiği ve yaklaşık 10 dakikadır içeride boğuştu elbiseyi dudağını sarkıtarak geri koyduğunu gördüm. ‘’Başka bedeni yok muymuş onun ? ‘’ Sinem gözlerini kısarak bana bakınca anladım ki başka bedeni yok. ‘’Ama ben demiştim yemeyecektin o çikolataları, cipsleri. ‘’ Eylül yanıma gelip kolumu dürtünce sırıtarak ona döndüm. ‘’ Kızın moralini bozmasana. ‘’ Sırıtmam git gide yayılırken kahkaha atıp Sinem’i kudurtmamak için kendimi zor tutuyordum. ‘’Buyurun efendim. ‘’ Görevliye dönünce elindeki elbiseyi alıp koşar adımlarla kabine girdim ve hızlı bir şekilde kıyafetlerimi çıkardım. Artık bir elbise alıp eve gitmek ve ayaklarımı uzatarak televizyon izlemek istiyordum. Bütün gün Sinem, Eylül ve Müge mağaza mağaza gezip benim 2 gün sonraki, cumartesi olan doğum günüm için alış veriş yapmıştık. Sorun şu ki 4 saat gezintiden sonra halen bir elbise bulamamıştım. Elbise üzerime tam olmuştu. Pekala, belki göğüs kısmı biraz dar oldu ama güzel oldu. Açıkçası sevdim. Arkamı görebilmek için kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan yavru köpekler gibi kendi etrafımda dönmekten  tut,  elbisenin içinde rahat olup olmadığını test etmek için saçma dans figürlerime kadar her şeyi yaptım.
-Elbise, testi geçti.
-Beğenildi.
-Fakat arkadaşlara sunulmadı.

Kabinden çıkıp kızların karşısında geçtiğimde üçü de beni baştan aşağıya süzdü. Aynı anda sol ellerini havaya kaldırıp dönmem için işaret parmaklarını döndürürken yavaş yavaş etrafımda döndüm ve durdum. Kızlar düşünür gibi yaptıktan sonra bir birlerine kısa bir bakış attılar. Aynı anda başlarını olumlu bir şekilde sallayınca sevinçten ellerimi bir birine çarparak ve gülerek kabine girdim. Fiyat ? Aa-oo olamaz fiyata bakmayı unuttum. O kadar beğendik, fiyata bakmadım, ya yanımda o kadar para yoksa. Re-zil olurum görevlilere. Olmadı kızlar verir. Ay inşallah verir. Korkarak elbisenin etiketine baktım ve derin bir oh çektim. Pekala, elbisenin fiyatı 55 liraymış.  Şaşırmadım desem yalan olur. Böyle güzel bir elbiseye böyle ucuz bir ücret… Her neyse benim de işime gelir. Sonuç olarak barda giyilebilecek bir kıyafet mi ? Yani, ayrıca kime ne ? İstediğimi giyerim. Kıyafetlerimi giyip elbiseyi elime aldım ve çantamı omzuma astım. Kasaya doğru gidip ödemeyi yaptım. ‘’İyi günler. ‘’ diyerek kızlar ile beraber mağazadan çıktık.

Cadde boyu yavaş yavaş Eylül’ün koluna girmiş önde de Sinem ve Müge ilerliyorduk. Köşedeki Simit Sarayı’ndan çıkan Berk’i görünce Müge’nin yanına gittim. ‘’Seninki orda. ‘’ diyince hemen saçını düzeltmeye başladı ve cool Müge haline büründü. Hani ‘ Aa pardon seni görmemişim, nasılsın iyi misin ? Ne demek iyisin, o kadar beddua nereye gidiyor Allah’ın belası ‘ tavrını takındı.   Eylül ile arkada kıkırdamaya başlayınca Müge’nin ölümcül bakışları altında ezilince ciddiyetimizi koruduk. Olmayan ciddiyetimizi.

Yaklaşık 50 dakika sonra kızlarla beraber otobüs binerek evlere dağılmıştık. İnsanın evi gibisi yoktur. Pijamalarımı giyip saçımı tepeden sıkı bir şekilde topladım. Annem arkadaşları ile beraber güne gitmiş, babam ise işteydi. Bu saatlerde evde yalnız kalmak ise bam başkaydı. Tabağıma nesquik topları ile sütü koyup tavşanlı pofuduk terliklerimi yere sürterek televizyonun karşısında geçtim. Güzel bir film bulma umudu ile film kanallarında gezindim. Bir kanalda durdum ve daha önce ismini bile duymadığım bir filmi izlemeye başladım. Erkek ile kızın aşkından bahsediyor sanırım. Erkek kıza  Seni hiç bırakmayacağım. Seni seviyorum.
dediğinde güldüm. Erkeklerin sihirli cümleleri mi bunlar ? Her erkeğin ağzında sakız gibi bu cümleler geziyor. Sönö höç börökmöyöcöğöm sönö sövöyöröm. Tabi canım bende Madonna memnun oldum.  İki gün sonra sürtüğün teki gelir ve unutulursun, bu cümleler ise  uçup gider. Başıma geldiğinden değil – ki gelmedi – hep böyle olur bu işler. Aşka dair bakış açım her zaman farklıydı. Neyin ne olduğunu biliyor ne olacağını tahmin edebiliyordum ve her zaman Ben demiştim diyorum. Bu yüzden Eylül’e bu konuda sık sık bu iki kelimeyi söylerim. He birde Sinem’e. Sanırım birde Müge’ye. Başka kız kalmadı zaten aralarında tek akıllı benim galiba.

  Aşk aptalların işidir. Ne olacağını bilmene rağmen hayaller kurarsın ve karşındaki kişinin onları yıkmasına izin verirsin. Maalesef benim en yakın arkadaşlarım aptal. Şuana kadar bir sevgilim olabilirdi fakat olmadı. Bu benim kendi seçimim. Birisi ile ilişkim olunca üzülecek, muhtemelen ağlayacaktım. Kendimi, huylarımı bildiğim için bana gelen tekliflerin hepsini ret ettim. Küçükken çişi geldiği için annesinin elini tutup paytak paytak kadınlar tuvaletinde işeyen birisi için acı çekemem ben. Bilirsiniz çocukluk aşkı denen bir şey vardır. Çok iyi hatırlıyorum, bir çocuk vardı. 7. sınıfa  gidiyordum, Sinem, Müge ve Eylül ile kantinde toslarımızı almış oturuyorduk. O zamanda kilom vardı tabi. Hatta 3’ünün arasından en kilolusu bendim. Ne kadar  ‘Almina, abartma o kadar kilon yok senin. ‘ deseler de. Biliyordum vardı.
 
8. sınıflardan bir çocuğa aşık olmuştum. 1 yıldan fazla platonik takıldım. Mavi gözleri, sarı saçları, uzun boyu. Bana göre çok tatlı bir çocuktu fakat arkadaşlarım sivilceli bir domuz olduğunu düşünüyorlardı. İnternetten sürekli mesajlaşıyorduk ve ertesi gün en yakın 3 arkadaşıma neler konuştuğumuzu en küçük ayrıntısına kadar anlatıyordum. Onlar da dinliyorlardı, ne kadar gına gelmiş olsa da. Bir şekilde ondan hoşlandığımı öğrenmişti. Ben tost yerken iki arkadaşı ile bizim masanın önüne gelmişti. Kızların gözü anında bana dönmüştü. Bense heyecandan kala kalmıştım. ‘’Sen benden mi hoşlanıyorsun ? ‘’ diye tatlı bir şekilde sorduğunda tost boğazıma takılmıştı ve öksürmeye başlamıştı. ‘’Almina sana acıyorum. Cidden sana bakacağımı mı düşündün ? Ayı kadar olmuşsun halen yemek yiyorsun. ‘’ dediğinde öksürmeyi bırakmış karşımdaki sivilceli domuza bakmıştım. Kızların ağzı şaşkınlıktan açılsa da o çocuktan nefret etmiştim. O saniye. Önümdeki ayranı alıp sivilceli domuzun üstüne boşaltmıştım sonra da arkama bakmadan sınıfa çıkmıştım. Ne kadar arkamdan küfür ettiğini duysam da.

O günden sonra da aşkın ne kadar aptal bir şey olduğunu anladım zaten. Hiç sevgilim olmadığı için pişman değilim. Etrafımdaki herkes aşk acısı çekerken, evli eşlerin kocalarındaki şikayetlerini dinlerken, eski sevgililerinden yediği kazıkları anlatırken ben birisine aşık olmam, olamam. Bu aptallık olur.

Televizyonu kapatarak elimdeki bitmiş kaseyi mutfağa, lavabonun içine koydum. Yorgunluktan ölmek üzereyim. Pilimin bittiğini yavaş yavaş kapanan gözlerimden anlamak zor değil. Bir an önce uyumazsam şarjı bitmiş bir telefon gibi aniden kapanıp yere sızabilirim.

Odama gidip yatağımda kendimi uykunun kollarına teslim ettim. Bence aşk acısından daha kötü bir şey var. Oda uykusuz kalmak sizi ahmaklar.


* * * * * * 

Herkese merhaba; ilk bölüm olduğu için kısa oldu ve henüz pek bir olay olmadı. Fakat aklımda çok beğendiğim bir kurgu var. Sizinde beğeneceğinize inanıyorum. Oy ve yorumlarınızı esirgemeyin, teşekkürler. 

Oda 212Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin