Evet başlıyoruz, konuya direk burdan girmek istiyorum. Albert Einstein'ın teorisini bilimsel değil de edebi bir tavır takınarak hatta bu tavırı benimseyerek size anlatılası gereken şeylerin gereksiz bağlaçlarla zorunlu traji yapmadan felsefi bir açıdan yazıyorum. Konuyu bu kadar zorlaşırmak istememin sebebi önsözlerin değil son sözlerin canımızı yaktığı bu zamanlardı.Bahçemize hiç eksilmeyeek hüzün çiçekleri ekmiştik ve asla azalmayacak umutlar. Manzaramız ne olursa olsun hep güzel veya yakışıklıydı çünkü hayat bakmasını değil görmesini bilene güzeldi. Bütün sokaklarımız denize çıkar bütün levhalar adını gösterirdi. Sahi söylesene adın neydi? Kimi zaman bir papatya; masum olduğun için bir papatya edasıyla, kimi zaman bahar; saçlarının kokusuyla kimi zaman ise deniz; gözlerin her ne kadar mavi olmasa da asi bakışlarınla. Peki yaşın kaçtı küçük mutluluklarla çocuk olucak kadar veya yaşadıklarınla yorulacak bir yaşlılık havasıyla. Bana sormayın dahasını güzelliğini size anlatmaya başlarsam ya ninni gibi gelip huzur salar size uyku gereksinimi duyarsınız yada benim konuyu fazla değerleştirerek anlatmamla bıkkınlık gibi hisler duyabilirsiniz. Benim gözlerimde yeni bir dünya olarak görebilmek yani seni sevebilmek bir teori gibiydi yeni bir dünyanın varlığını idda etmek gibiydi. Seni sevmek için illa ki yüzünü görmek şart değil ama bunu insanlara kanıtlamak için sen gibi bir gerçeklik gerekliydi. En güzel zamanlarımızı yaşadıktan sonra sana uzak sana hasret kalmak, seni özlemeyi sevmek benim için bir dram değildi. Aksine özlemek sevmek kadar güzel, sonu olacak diye beklemek kadar sabırlı ve en sonun da kavuşmak kadar mutluluk doluydu. Geceleri sevdiren artık yeni bir şey vardı hayatımda rüyalar görmemi sağlayan bir "sen" düşüncesi vardı. Yeni bir yaşam yeni bir sevda demekmiş veya artık derin düşüncelere daldıran dramatik müzikler ve sevda öyküleri artık rafa kaldırılmıştı. Artık biz seninle mutlu başlayıp mutlu biten sevda öyküleri yazmalı veya artık ben dramatik bir şair değil sadece yeni hayatımda herkese seni anlatacak bir aşık olmalıydım. Müziklerim klasik düşüncelerim sevgi dolu ve hayata bakış açım hep pozitif. Bir deniz düşün veya bir nehir, sesinde huzur bulduğum ikinci şey olabilir senden sonra ve sana teşekkür etmek istiyorum ve sana hayran kalmak bana baharlar getirdiğin için bana yeni bir bakış açısı gösterdiğin için, şimdi bana güzelliklerden bahset görmek istediğin ne varsa onları anlat. Bana bu boş sandallardan bahset mesela tek bir sahibi olduğu için mi amansız bekliyorlar yoksa dalgalı sular da yavaş yavaş darbe yiyerek çürümeye mahkum oldukları için mi ?Sahi sen çok maviliği denizi gökyüzünü ve bunları barındıran çoğu şeyi ben ise senden çok senin düşünceleri sevdiklerini sevdim. Uçmaktan bıkmış bir şahin göremiyorum veya dünyadan kopmuş kelebekler. Şimdiler de hepsinin ömrü uzun ve doğa da herşey güzelliklerle dolu. Gecenin bu kör vaktin de, sokağın zifiri karanlığın da seninle aydınlatılması gereken bir çok şey vardı. Bir çok çiçek açmalıydı ruhumuz da, ömrümüz de ruhumuz kadar uzun olmalıydı. Ve sana söylenen her cümle de perde arkasında kalan sızlar, gözyaşları, kırık cesaret ve esaretler konuşup anlatmalıydı.ANLATMADILARIsrar da etmedim ve bilirsin ki hiç huyum değildir. Çok çabuk bırakıyorum alışkanlıklarım, bahçeden topluyorum artık huzurumu bakmıyorum yüzüne gözlerinden almıyorum sevdayı, karanlıklara boğulmuştu çünkü göz bebeklerinde ki ışıltı başka baharlara saklıyorsun belli ki, belki de başka sevdalara. Apaçık ortadaydı bağırmamız gereken çığlıklar ve sorun şuydu ki mesele sevginin ertelenemez birşey olması ve bizim iki kişi olmamıza rağmen yetemediğimiz bir savaşa dönüşmesiydi. Fakat bu savaşta masum kalan tek şey papatyalardı.Her sevdanın ayrı bir evresi varmış, bi kaçıncı evre de olduğumuzu henüz kavrayamamıştık. Giriş, gelişme ve sonuç ailesin de biz kapıda bekleyenlerden sadece ikisiydik. O kapıdan girdiğimiz az bütün bu bahsettiğim güzelliklerden güç bulup yeni gelişme başlıyacaktı hayatımız da dallarımız yeşerecekti adeta ve gökyüzü bize daha yakın duracak. Mavinin her tonunu görebilecektik. Şimdi gözlerimi kapatıyorum; gördüklerimi siz de görebilirsiniz veya görmek istediğiniz ne varsa işte onu gerçekten sevebilirsiniz. Bazen bir kadın bazen bir adam veya haya ettiğiniz, elde etmek istediğiniz başka değerler belki de karamsarlığın dibine vurduğunuz zamanlar da size umut olabilecek bir ışık. Herşeyini kaybetmiş birine vaad edilebilecek şeyler vardır,kaybetmeden yaşamak gibi mesela tabi sizin buna ihtiyacınız varsa. Bazıları da artık kaybetmek ister elde ettiklerinin zararından şikayet ederek. Ben bu hikaye de elde etmek demiyelim de hayatımda olan şeylerin gerçekten benimle olup olmadığını ve ya daha ne kadar benimle olduğunu anlamak istiyorum. Mutluluk öyle bir kavramdır ki sizinle olan şeylerin sizden hiç kesilmeyecek, bitmek tükenmek bilmeyen bir güç olduğuna inanmaktır. Tıpkı yalancı bahrlar gibi, küçük çouklar kandırmak için uydurulan masallar gibi, şimdiler de masal da yok hayatımda ve ya yaşadığımız, duyduğumuz, gördüğümüz şeylerin masal olduğunu söyleyecek kimse yok hayatımız da. Büyüdük büyütüldük belki büyüdükçe kaybederek küçüldük. Var olmanın yenilmez gücü olduğunu düşündük. Geri de bıraktıklarımız gelecekte istediklerimiz ile aynı şeyler gibi geliyordu. Peki ya öyleyse neden yaşadıklarımızı yaşatmak bize bir intikam gibi geliyordu. Mutlu mutsuz fark etmez yaşadıklarımızdan her zaman şikayetçi bir tavırla yaşıyorduk. Asla dedirten şeyleri bir daha asla tekrarıyla uzatıyorduk ve arkasından bundan sonra asla veya bu son kez edasıyla trajikomik bir yalancılıkla.Şimdi size mutluluğun resmini tabii ki de çizemem fakat yazabilirim. Tipografiyi çok severim fakat pek beceremem. Her ne ise size onu artık gerçek bir tabirle anlatmak istiyorum. Kendisi çok masum bakışlı her zaman her konu da güler yüzlü ve soğukkanlı bir kadındı. İlk tanışmamız da biraz soğuk, ters tavırlar sergileyen biri olsa da bulunduğumuz ortam da henüz kimseyle tanışmıyor olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyordum. Siz de hak verirsiniz ki bazen insanlar zoru sever, işte bende tam olarak öyleydim. Hiç bir duygusal bağ kurmadan, fikir beyan etmeden veya etkilendiğimi düşünmeden ona karşı bir samimiyet istiyordum. Ve bütün imla hatalarını onunla yapmak. Hatta yaşanacak ne kadar yanlış varsa onunla yaşamak istiyordum. Çünkü ben yanlışlarımı doğru insanlarla yapmayı çok seviyordum. Kendisi de bana tam doğru insanmış gibi geliyordu. Çokk geçmeden asi tavrlarının ardında kii masumiyet ortaya çıktı. Günler ayları kovalamaya çalışırken ben ise zamanı durdurmaya çalışırken buldum kendimi. Aramız da ki buzlar yavaş yavaş eriyorken gözlerimiz de artık çok daha yakın bakıyordu birbirine ve ruhumuz gençleşiyordu adeta. "merhaba" diyorduk tekrardan dünyaya yeni bir ömüre yei bir mutluluğa. Her günümüzü her anımızı beraber yaşıyorduk, bazı şeyleri konuşmaya ihtiyaç duymadan, aşkın sadece türkçe bir terim olmadığını iddaa ederek ve bu terimi hiç dile getirmeden hiç bitmeyecek gibi yaşıyorduk. Bana bitmeyen hikayeler anlatması benimde ona kendi hikayemi anlatasım geliyordu. Kısa hikayelerden sonra bol zamanlar geçirerek birbirimizi artık daha iyi tanıyor ve daha çok etkileniyorduk. Bu satırları tanışma faslı sayarken size biraz da kendimden bahsetmek istiyorum. 90'ların son çocuklarından biriydim, biraz geç kalmış biraz erken bazen ise herşeyin yerli yerli yerinde olduğunu düşündüğümüz zamanlar. Şimdiler de tarihe baktığımız da ç0ko aydın olarak görünmese de benim gözümde yarım kalan çocukluk zamanlarım da dünya daha güel bir yerdi. Her ne kadar şuan stabilize bir mutluluk yaşasam da bu durumdan çokta şikayetçi değilim. Çeyrek asırlık bir ömüre çok şey sığdırabilmiştim, yapıla bilmesi alışıla gelmiş bir ömürden ibaret değildi bu geçen yıllarım.1.Bölüm (YAŞANANLAR) Bütün hayatlar hayalleri terk etmiş yeni bir hayal kurmaya yetecek kadar hayat kalmamıştır. Çünkü her hayali öldüren insanlar yeni bir hayati da öldürmeyi hedef belirlemiştir. Öz eleştiri yapan kadınlar acı çeken erkeklere fırsat tanımayı bırak aklinin ucundaki uçurumdan aşağı atlamaya bile izin vermemiştir. Şimdi yazılan bu yazı bir suç duyurusu gibi belki de kendi hayatını hem yargılayan hem de avukatı olan hatta adalet salonunu kuran bir adamın isyanı benimsemesidir. Acılar insanı öldürmez süründürür. Bizim hayatimiz genelde akrostişle didaktik şiir arasında gel git kapılan bir o kadar da kararlı olan bir saçmalıktı. Nedense sevdiğimiz insana çektiğimiz acıları ya anlatamadık ya da anlamak istemedi. İsimiz gücümüz rast gitti de bu arada sevdiğimizde gitmiş yani bir şeyler gitmeye başladı mı her şey gidiyor. Aslın da gitmesi gerekenle gelmesi gereken şeylerin arasında ya birkaç insan ya da birkaç sebep vardır. Gerçi sebepleri oluşturanlar da insanlardır ama bu saçma diyaloga anonim duygusu vermeye çalışırlar. Ben hiçbir zaman kötü bir adam olmak istemedim. Olduğumu da hiç düşünmedim çünkü her insanın içinde hiç bitmeyen; acıma, vefa ve merhamet gibi duygular vardır. Bu sadece benim düşüncem belki de kendimi kandırıyorumdur. Sahi ben ne zaman bu kadar kötü bir adam oldum. Hemen kendimi savunmam lazım en azından kendime karşı, yalansız ve ön yargısız bir şekilde. Her şey onun gidişiyle başladı. Önce üzüldüm gidişine değil de sebep olan hatalarıma kendime üzüldüm. Sonra anladım ki yapılan hatalara çözüm aramak yerine gitmeyi çare olarak benimseyen bir insana bu kadar çok üzülmemem gerek fakat bunu anlamadan önce yeteri kadar üzülmüş, sessizleşmiş, yalnız kalmış hatta ağlamıştım. Erkekler ağlamaz derler ya öyle de güzel ağlarız ki hiç sesimiz çıkmadan zamanın bizi düşünmeden geçip gittiğine hiç şaşırmadan hüngür hüngür ağlarız. Gerçekten ağlanması gereken bir kadındı. Gittiğin de arkasın da çok hatıra bıraktı da ben bu yükü taşıyamadım. Giden birinin hatırası olmaz. Hatırı da olmaz. Zaten geri dönecek olsa yâda gitmekten vazgeçecek kadar sevmiş olsa hatıra bırakmaz. Gül rengi saçları, hep neşeli görünmeye çalışan fakat genelde sinirli olan, hep bakışlarıyla gönlümü çalan en kötüsü de hep seviyorum deyip en sonunda sevmediğini düşündüren bir kadındı. Satır satır, kitap kitap hatta cilt cilt anlatsam bitiremem. İçim de çoktan bitirdim ama hafızam da hayal meyal hatırladığım ayrıntıları, vazgeçemediğim duygularım, hislerim ve sevgim var. Yalnızlığımı onun yalnızlığı ile birleştirmek bizim beraber olmamız anlamına gelmiyordu. Sadece uzaktan uzağa birbirimizi sevmek istiyorduk. Başka kollar da başka yürekler de olmadan, mesafeleri göz önüne almadan, geçtiğimiz sokakları gözümüz de koca bir dağ olarak büyütmeden sevmeye devam etmemiz gerekiyordu. Bütün bu ayrılıklar bu hüzünler hep sevgiyi fazla yaşadığımız için hayatımız boyunca tatmadığımız mutlulukları farklı bedenlerde arayıp sonunda kavuştuk dediğimiz insanda bulup yaşadığımız içindi. Belki buna nazar denilebilirdi. Fakat biz gözlere gelmedik sevdamızın nazarıydı sadece. Daha çok yaşanacak şeylerimiz vardı. Bunlar dan biri ise ayrılıktı. Olmasaydı ayrılık olmasaydı hüzün belki de çiçek açan yüreklerimiz yaprak dökmeye başlayacaktı. Belki herkese örnek olan deli dolu kalplerimiz bir çıta edasıyla kırılacaktı. Bel ki de yıllarımız da hiçbir mevsim yaşanmayacaktı. Sokağa çıktığımız da evlerin ışığı yanmayacak fırtınalar kopacaktı bizim için. Ayrılığımızın bile bir mutluluğu vardı. Çünkü; hala "seninim" diyebiliyordu sevdiğim. Benim her saniye söylediğim gibi. Tek bir şarkıyı iki dudakta duyabilmekti bizimkisi ve bunu en iyi şekilde yapıyorduk. Korkularımız vardı. Hiç bitmeyecek ayrılığız varmış gibi. Hırpalanmıştı bütün umutlarımız defalarca kırılmış vazgeçilmişti. Fakat hiçbir gece de dilimizden ve yüreğimizden düşürmedik "seni seviyorum" kelimesini. Gözlerinden vazgeçmek istedim mesela. Hiç görmeden de yapabilirim diye düşündüm. Olmadı. Kalbimden silmeye çalıştım. Daha da büyü DÜ ona olan sevgim. Bitmeyen ayrılıklar varmış sonun da öğrendim. Bir ayrılığın ilk günü son gününü bekleyen bir sevda çiçeğiymiş meğer her seferinde gözyaşı dökermiş "giden dönmezse eğer" diye düşünerek. Hava soğuktu, insanlar daha soğuk, kış aylarına özgü kardelenler bile soğuk davranıp küsmeye başlamıştı sanki tabiata. Bu hayatı bu kadar karanlık ve kötü yapan sadece bir sevgili değil, birlikte yaşamaya çalıştığımız bütün bu insanlar. Aşkın dışın da yaşamaya çalıştığımız yüzyıl da bütün dengeler değişmiştir. Zaman hızla akıp gidiyordu. Ne eski sevdalar aşklar ne eski ticaretler ne de eski mutluluklar kalmıştı. Bu durumu hiçbir zaman geçmiş olarak adlandırmadım.Hep eski dedim. Çünkü; sürekli aklımız da olan, çok iyi bildiğimiz yeri gelince detaylıca anlattığımız hiçbir şey geçmiş sayılamaz. Eski çağlar da komedi şimdi ki kadar yaygın değil teknoloji daha lügat ta yok ve gelişimin tek örneği Newton'un Elma'sı, Edison'un ampulü ve Einstein'ın atomuydu. Nedense yapılacak keşifler ve bulunacak icatlar hep gizli kalmış. Yani araştırma sırasın da ve yapım aşamasın da hiç kimseye bahsedilmemiştir. Genel de bu bütün mucitler için geçerli olmuştur. Kısacası adamın biri çıkıp ben telefonu buldum demiştir (!). Biz ise çağımız gereği erseyin bulunmuş, bütün keşiflerin yapılmış olduğunu fark ettiğimizden sadece kullanmayı düşündük. Zaten ne yapabilirdik ki. "Uçan araba daha yapılmadı biz yapalım hadi "desek sonra çıkıp hava da kaza falan yaparlar kara yaşanmaz bir hal'e dönüşür. Zaten bu olayları icatları düşünen çok nadir insanlarız. Genel de hiç bitmeyen bir moda vardır ya "bastırır parayı alırız, kim yaptı, nasıl yaptı, bana ne ya "hâl bu ki biri kalkıp kötü bir teknoloji çıkardığın da ki bu zaten oluyor. Kimse bu ihtimali düşünmüyor. Zenginin parası züğürt 'ün çenesini yorsun diye havadan sudan kıskançlıklar başlatıyor. Tamam biz de bir Konfüçyüs kadar düşünceli olamadık. Hatalarımız doğrularımızla eşit ağırlıkta geldi ama bu hataların çoğunun adına aşk dedikleri saçma bir duygudan dolayı. Her şeyin bir kullanma kılavuzu, bir kapat-aç tuşu, garantisi, teknik servisi, bilir kişi 'si var ama aşkın yok. Bir kitap vardı ya "ne aşkın varsa gör "bizim ki de o hesap, önüne koyarlar aşkı al ne yaparsan yap sonra evir çevir uğraş dur. Teorik olarak sadece psikologlara yönlendirirler ama o psikolog da "bu sefer daha önemli bir konuyla gelecek bir misafirim olacak" diye heves eder ama günümüz şartları her şey aşktan. Belki de bu kadar zor bir şekil de yaşamamız kaderdi. Günümüz şartlarıyla beraber, ayrılığı da sayarsak kötü bir adam olmaya gerçekten yüz tutmuş bir adamım. En iyi yaptığım şeyleri bile yapamama hale gelmiş, işimden gücümden yan çizmiş beceriksizce bir yok oluşa adım atmış bulunmaktayım. Bu hayatta yıllarca mutluluğun peşinden koşup en sonun da mutluluğu yakalamak bence her insanın kaderinde vardır. Bende her insan gibi bu kaderi şu an yaşıyorum hayatıma giren kadın hiç tatmadığım mutlulukları bana yaşattı ve şu an ayrılığın ilk evresindeyiz. Mevsim cemrelerini sayar oldu yüreğim, yazı kışı ayırt etmek pek umurumda değil ama şu an bütün saçmalıkları tek bir sahne de yaşıyorum 1.perde 2.oyun da tek kişilik bir gösteri çabasında bulunmaktayım sinema ile tiyatro arasın da bir kargaşa agrafı gibi farklı bir duygu bu yaşananlar. Bütün dünya yıldızları, sanat severler, sergiler, tiyatrocular ve birçok daha saygın, tanınmış ve yetenekli insanla beraber bütün dünyaya bu sefer baştan sona mutluluğu hediye etmek üzere bir eser hazırlamak istiyorum. Jenerik ve müzikler tamamen farad farad liderliğin de gerçekleşmeli ve tabi sonrasın da mutluluğun sevincini coşkulu bir şekil de yaşatan müzisyenler. Eski dünyadan doğadan yalnızlıktan yeni teknolojiye kasaba evlerinden Rezidanslara kadar uzanan tüm değişimi eleştirisel olarak değildi mutluluklarla anlatan bir eser. Bütün hayatı ve bütün insanları tek bir değer de tek bir sahne de bütün duyguları yaşatmak ve çoğu insanı hayatın da ilk kez şikayetsiz, huzurlu bir yaşama sevincini yaşatacak bir senaryo. Nerden geldiğini bilmeyen nereye gideceğini de bilmezmiş. Önce nerden geldiğimizi hatırlayıp bizi bu dünyaya getiren ve yaratana şükredip bu hayatta yapmamız gerekenleri ve yapmak istediklerimizi sırasıyla azimli ve inançlı bir şekil de yapmamız gerektiğini hatırlatacak birey bu. Hayatınız da istediğiniz herzeyi gerçekleştirebilirsiniz. Başarının ve mutluluğun tek sırrı inanmaktır. İnanç aşktır, inanç mutluluktur kısacası hayatın en büyük değerleri arasında inanç vardır. Ruhen bedenen ve dinen inanç her şeyin başıdır. Gerçekleştirmek istediğiniz her ne varsa aşkla yapabilirsiniz. Aşk bir kadının gözlerinde uçsuz bucaksız bir şekil de kaybolmaktan ibaret değildir. Aslınızda bu çok güzel bir duygu bir kadının gözlerine amaçsızca bakmak onun saçların da yağmurdan sonra ki nemli toprak kokusu mutluluğu kadar güzel bir kokuyu hissetmek, bütün gün beraber hayal kurup bugüne kadar yapmadığınız şeyleri yapmak, kaybolan cenneti bir kadın da bulmak ne kadar da güzel şey fakat yeryüzün de çok çeşitli aşklar vardır. Bir kadına veya bir erkeğe olan aşkın bir takımın görkemli aşık bir taraftarı olmanız veya sanatın size verdiği duyguyla aşkınızı eserinizde bulmanız veya çok farklı duygularla farklı mesai saatlerinde farklı insanlar için belki de bütün insanlık için aşkla yeni çalışmalar yapmak veya ülkenin zengini fakiri gerçeği doğrusu çocuğu yaşlısı herkes için tekstil dokumak. Tuncel küritini dizeleri gibi "eskiden halı tezgahında dokunurdu aşklar, nakış nakış körpe kız ellerinde. Mendillere yazılırdı isimler, yüreklere kazınırdı gizlice" işte bütün bu duyguları tek bir senaryo da buluşturacak azim, hırs ve inanç bende yeterince vardı. Belki bir filozof ya da felsefe okuyan öğrenci ya da sosyolog değildim ama bütün bu duygular benim içimi sarmıştı. Çünkü; bizim edebiyatımız okul sıralarından çok yürekten gelmeydi. Yetenek işi değildir zaten sanat yürek işidir, yazmasını, okumasını, çizmesini ve boyamasını bilene. Anlattıklarım yıllarca yaşamış, görmüş geçirmiş bir insanın gençlere tavsiye değil genç yaşta hayatta kaybettiklerini tekrar kazanabileceğine ve karamsarlığa asla düşmemeyi planlıya 21 yaşlarında ben diyebileceğim bir gencin yazısıydı. Sevin insanları hiç karşılık beklemeden çünkü; sizin yaptığınız iyilikler kötü olarak algılansa bile, karşılığı kötü verilse bile o iyiliği siz zaten içinizden gelerek karşılık beklemeden yaptığınız sürece başkası tarafından olsa bile karşılık alacaksınız. Âşık olun aşk bambaşka bir duygudur. Sevince hiç yaşamamış olsan bile çocukluğunu doruklar da yaşatırcasına mutlu eder insanı sokaklar da yalnız yaşayan insanları bile mutlu eden bireyler vardır. Çünkü; onlar yalnız değildir, çünkü sokaklar çocuk doğurmaz, çünkü sokaklar da yalnız insan olmaz sadece kendine yeni bir yaşam adanması ve amaçları için hayatla savaşan insanlardır. Hayata hep 1-0 önde başlamak bazen kötü sonuçlar doğurur. Çünkü; her insan aynı duyguları yaşayamaz. Varlıklı bir insan varlığından dolayı sıkıntı yaşar, zor durumda olan ise yokluktan dolayı. Fakat her ikisinin de mutlulukları çokça farklıdır. Ben herzeyi tek sahne de yaşayan yabancı biri olarak duygularımla mutlu oluyorum. Herkesten bir şey saklamak bazen sizi daraltabilir. Hayatın sizi yönlendirmesi bazen akışına bırakmanızı sağlar ve bu çok güzel bir duygudur. İstemeden 3 farklı şehir de yaşamak sizi baştan sona harfiyen tanıyan ailenizin dışında birilerinin olmaması insanları zor günün de yalnız bırakmadan destek çıkıp mutlu günün de başkalarıyla bırakmanız mütevazi olmanızı gösteren tek şeydir aslında. Bütün bu sevdalar bütün bu hayat, Bütün bu seraplar bütün bu hayal. Bazen çok tatlıdır, bazen çok fazla bayat. Fakat mutluluk kaynağı sevdiğin bu yaşam. En mutsuz günümdeyim, en kederli günümde. Hiç kimse anlamaz beni hiçbir cümlem de. Derdime eklenen yalnızlık açıkça önüm de bütün bu hasret sevdiğim yüzünden. Hem aşkı acısı çekip hemze hayatın mutluluğunu yaşmak nasıl bir duygu bilirmisiniz. Daha önce böyle bir çelişki de kaldınız mı hiç? istediğiniz her şey oluyor maddi manevi bütün sıkıntılarınız gidiyor ama bu arada sevdiğiniz de gidiyor. Hiç istemediğiniz saçma sapan bir pazarlık gibi, gökyüzüne bakışta karanlığı yaşamak gibi. İşte ben şimdi bunun etkisindeyim. Bunun kavgasında ve kendi yalnızlığım da. Bir şarkının notaları gibi en farklı melodilerle 'do' ile başlayıp yine aynı 'DMO'nun kalınıyla bitmek belki enteresan gelmeye bilir ama inceden kalına geçen notalar mutluluktan hüznüne geçen bir insan gibi geliyor aslında. Yani yılmaz Erdoğan şiiri dinleyerek ebru gündeş kederlerine geçmeniz şiir edasıyla huzur ararken derdinizi hatırlayıp kedere boğulmanızı sağlayan bir duygu gibi. Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü" dercesine aşktan bir mutluluk edasıyla başlanmış bir şarkının aynı ritmini ayrılığınız da ağlarken dinlemektir aslın da aşk. Bütün yaşanmışlıkları bir kenara bırakarak yeniden aynı tutkuyla bağlanmaktır aşk, Aşk ki yeryüzün de vazgeçilmesi en zor şeydir. Sevdiğinden vazgeçebilirsin ne kadar zor olsa da ama âşık olmaktan vazgeçemez insan. En beklenmedik anda en duygusuz insan da bir sokak arasında yakalayıp kanına girebilir bu duygu hemze hiç tanımadığın bir insana ilk kez gördüğün bir yüze dalga geçercesine baktığın bir çift göze tek bir saniyede kelepçeleyebilir seni aşk. Yeniden sevmek yeniden hayata tutunmak için en güzel başlangıç ve bütün hayatını alt üst etmek için en büyük etkendir aşk. Bazen de terk edilmektir; iki tarafın da istemediği bir şekil de sizi tek tek bütün sokaklar da hıçkıra hıçkıra, göz yaşlarının uçsuz bucaksız bir deniz olduğunu hissederek ağlatan terk ediliş ölüm olsa gerek. Sevdiğini kaybetmek sadece ellerinden, gözlerinden, bakınca hissettiğin yüreğinden uzaklaşmaktı anlaşılan. Fakat gidişini kolların da görmek nasıl bir an anlatılamaz. Peki neden gidişinin hemen ardından bana her an yanımdaymış gibi, hayal falan değildi gerçekten dokunuyormuş gibi ve en önemlisinde anlatılamaz derece de aynı anda hem eski tarz bir daktilo ve yağlı boyayla hem şiir yazdırıp hemze koca bir aşkın en soyut resmini kötü bir tarih gibi eserleştiriyordu. Bir filmin son sahnesi bile olamaz bu duygular. Kollarından yere ilk kez düşürdüğün andır bu, gözlerine ilk kez çok yakın mesafeden saniye de 280 defa nefes aldığını anlatamayacak bir andır bu an. Bir şaka olduğunu düşürsün gerçi o an şaka bile olsa ağlamaktan duramazsın, söyleseler inanmazsın şaka olduğuna. Bu sahneden sonra bütün senaryolar, filmler, kitaplar hatta yeryüzün de ki ansiklopediler bile son bulur. Yazılı veya sözlü hiçbir yazı, resim görsel hiçbir dil de hiçbir lügatte anlatamaz sana.Herşey tuallerin ve kırık şövalyenin altın da yarım kalmış soyut bir resim gibi gelir artık sana. Bütün dertlerine, sorunlarına, hayatın acımazsızlığına, küçükken merak edip büyüyünce nefret ettiğin hayallere rağmen yaşamak, en çokta seni seven biri varken yaşamaya katlanmak varken seni sevenleri ve sevdiğini yarı yolda bırakmak hiçbir kadına yakışmıyor. İlahi adalet, ölüme veya yarım bırakılmış lığa bir asilik hiçbir senaryo da yok ama kalanların imtihanı gidenlere huzur verecekse yaşarken çektiklerimiz acıdan bir dağ olsa bile üzerimize devrildiğinde bizim için çok fazla bir yük olmuyacaktır. Fakat bizim her satırda hatırlattığımız büyük senaryomuzun yolları ve yaşanacakların tarifi kısacası bu senaryonun Türkçe çevirisi veya tercümanı yoktu. Canımızdan çok sevdiğimiz insanların var olduğunu kalbimizde hissediyorduk ama halbuki biz hep yalnızdık. Mantığımızın kalbiyle büyük bir kavgası varken akli dengesi yerinde bir insan olarak kayıtlara geçemezdik. Her bakış açısından bir acımız her senaryomuzun bir bölümü ve en önemlisi de bütün başlangıçların bir sonu vardır. Bir filmin konusu bir hayatın sonu kadar çelişkiliydi. Anlatılamayan en büyük cümle ,98 bölümlük bir filmin ilk ve son bölümlerini izlemek anlamaya ve ağlamaya yetiyordu.Bastan sona herzeyi dozun da yasadığımı düşünüyordum. Her geçen gün başka duygulara, farklı hayatlara merakım uyanıyordu. Felsefe kanıma işleyene kadar kitap okumak için uğraştım. Ve başardım. Sonra sıra edebiyata Sonra arkeoloji, mitoloji, antik çağ, taş devri daha eskilere daha yaşanmışlara ve yaşanacaklara. Herkesin amacı is veya kariyer değildi benim için. Nasıl hiç düşünmeden bütün dünyayı gezmek için sokağa çıkan hayaller varsa benim içinde bütün ilke ve yasamlar hem felsefe hemze edebiyat acısından odama çekilip öğrenmek istiyordum. Sonra yazılan bütün kitapların tek bir konu üzerinde buluştuğunun farkına vardim. Hiçbir kitap hiçbir ülke de yasaklanmadığı sürece bütün bu yeryüzünde ki bilgelikler bizim için en büyük bakış açısı olacaktı. Çeşit çeşit insan, farklı farklı hayatlar, büyük bir salonun bistrosunda her Cuma ve cumartesi gecesi olduğu gibi çoktan yerini almış. Yağmurlu havanın çirkin trafiğine takılan veya hazırlığını bir türlü bitiremediği için tartışmanın sonunu bekleyerek veya başka sebeplerden ötürü geç kalanlar ise bistro bulamadığı için bar önünde ki yerlerini almışlardı bile. Bu anlattıklarımdan ötürü bu mekânı bir gece kulübü olarak hayal etmiş olabilirsiniz ki haklısınız. Fakat bu bir cife biraz sıra dışı olmasına rağmen tatlı bir cife. İşletme sahibi olmama rağmen ben birkaç arkadaşım yıllarca bu işle uğraştığımız için hala çalışmaya yani patronluk yapmamaya devam etmekte olduğumuz gibi bende bu mekânın barmeniydim. Mekânın büyüklüğü bir cife için fazla olsa bile biçimli olması yani ortada kolonlar veya saçma sapan mimari hataların olmaması bizim için çok büyük bir avantajdı. Kısacası tam da kolayca hayal ettiğimiz gibi kare şeklinde bir oda gibiydi fakat büyüklüğü bir o kadar da etkileyiciydi. Yüksek sesli müziğe karşı duyduğumuz bizi biraz da misafirlerimizi sohbetle güzel bir ortam da çalışmamıza sebep oluyordu. Bu sayede çok farklı hayatlar dinliyorduk. Çünkü; gecenin sonunu hep hüsran her zaman ki gibi her filmin sonunda ki mutluluk her kitabın tam ortasın da olduğu gibi. Bunlar dan biri ise dün gece tamamıyla hayallerinin peşinden gidip gerçekleştiremeyen çılgın bir insanın hikayesiydi. İstedikleriniz tamamen gerçekleşmek için hislerinizden geçebilir. Fakat bu sizin için yeterli bir sebepte olmuyabilir. İmkanlarınız veya cesaretiniz bu durumu aksine çevirmeye yetebilir hatta hayatınıza giren insanlar aşka sevgiye mutluluğa ve acıya da dair ya da ailenizden herhangi bir büyüğünüz buna sebep olan iç gibi gözüken dış etkenlerden olabilir. Aslın da gerçekleştirmek istediğiniz hayaliniz ne üzerine olsun yapmak zorun da olduğunuz şeyler unutmadan aksi bir kademe de gerçekleştirmeniz gerekiyor.Yani içinden çıkıp kurtulmak, kendi yalnızlığınızla batmak veya bu çukurdan çıkmak istiyorsanız önce yaşadığınız hayat ne kadar kötü olursa olsun daha kötüsü olabileceğini düşünüp yaşadığınız hayattan memnun gibi gözükerek kendi içiniz de yeni mutlulukları düşünerek pozitif enerji yaratabilir ve bu sayede isteklerinize kolayca ulaşabilirsiniz. Gecenin sonu gelmişte kapanış hazırlıkları, kasa hesapları falan derken herzeyi yarı da bırakıp yine acayip düşüncelere girmiş bulunmaktayız. İki arkadaşım masa da konuya girmişken ben kahveleri yaparaktan sohbete ortak oldum. Yaşadıklarımızı düşününce şu an içinde olduğumuz durum bize hala inanılır gibi gelmiyordu. Hayalini kurduğumuz durumu gerçekleştirmemiz bizi nedense mutlu edememiş ve şaşkınlığından bizi çıkaramamıştı. Amaçsız bir şekilde âşık olanımız. İstediği halde âşık olamayanımız ve hayattan yana hiçbir şansı olmayanımız bilinç altımıza işlemişti. İşin aslı şu ki; biz hiçbir zaman muradımıza eremediğimiz için kerevetine çıkan da olmamıştı.İnsanlar kendilerini kandırmamalı, tabi ki de gülmek için bir sebep gereklidir insanlara ve düşünmek için sessizlik. Yazmak için ise gerek düşünce ve yazma aracından ibaret değildir. Kelimelere bağlanmamak lazım, Cümlelere, betimlemelere, denemelere, romanlara ve hatta ansiklopedilere kadar yükseltmek gerekir derin duygularla yazılan bu harf çarpışmalarını. Ve bu harf çarpışmalarıdır; bazen dudağınız dakik hakimiyeti kaybederek duyguları dile getirmenizi sağlayan. Bir edebi metine (hikâyeye, romana, şiire) başlamak için herhangi bir konu gerekli değildir kadar çok inanıyoruz ki plan yapmak için plan yapılamazsa yazılarımız için de plan yapmak yerine yaşantımız da ki renksizlikleri bir deniz de boğmalıyız. Bütün karanlıklar ruhunuza umutsuzluk saçabilir. Fakat hayatınıza bir renk katmak için önce doğru tonu yakalamanız gerekir. Mavi ile başlayan bir ton lacivertten siyasada dönüşebilir turkuazdan beyaza da. Düşüncelerinize filtre uygulayamazsınız bir fotoğraf karesinden geçemez bazen duygular fakat sepyayı bir ressamın tablosun da arayabilirsiniz. En güzel tablo ise 90lı yıllar da "yazıyor, yazıyor" diye bağıran bir çocuğun hayattan habersiz, belki de hiç anlamadığı şeyleri bütün çevresine bağıra bağıra anlatmasıdır. Saadet köprüsünden geçmek isterken ömür törpüsüne takılmıştık. Çevremizde ki her şey bizi yalnızlığımıza terk etmiş ve bu sefer gerçekten bir tiyatro sahnesini özlemeye başlamıştık. Yakınızı da olmasını istediğiniz insanlar yoksa eğer hayatınız da yabancı insanlarla yani yeni hayatlarla tanışmanız yalnızlığınız karanlığınızdan çıkarmanın vakti gelmiş demektir. Önce küçük tebessümler ondan sonra daha büyük gülücükler gerekliydi hayatımıza. Ben ise bunu daha hızlı bir şekilde yaşamak istiyordum. Standart bir devlet tiyatrosunun kapısından girmiş bulunmaktaydım. Başvurular, ön kayıtlar falan derken halkla ilişkiler tarafından tam 1 hafta sonra çalan telefon sayesinde onay almıştım. Odamın her tarafın da piyes sayfaları, masanın her tarafını kaplayan notlar, karakterlere özel ayrılan liste, kostüm örnekleri, rol alıca kişilerin telefon listesi vb. kağıtlarla doluydu. Sabah güneş ışığından gece ise gün ışığı lambamdan ilham alıyordum. Tahta sandalyemden hiç kalkmadan tam 78 günde bitirdiğim senaryo sanırım tamimiyle hazırdı. Daktilomun sesi huzur veriyordu. Çünkü; kendimce koyduğum kurallar gereğince müzik dinlemem ve kitap okumam yasaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Papatyalar
General FictionÖn sözlerin değil sonsözlerin canımızı yaktığı zamanlardayız.