Sadece İkimiz

17 4 13
                                    


Şuan gerçekten bir film sahnesin demiyim diye bir an etrafıma bakmak istedim. Allahım gözlerim olduğu yerden fırlayacak resmen. Üstünde şık bir takım elbise olan, adının "BORA" olduğunu öğrendiğim, koyu kahverengi saçlı, mükemmel ela gözleri olan beyefendiye ağzım açık bakıyordum.

Selamlaştıktan sonra bana "İstersen odaya geçelim..." dedi. Hayır, bu kişi asla ama asla psikolog olamazdı. Ben bunun karşısında konuşamam ki. Yavaşça ayağa kalkıp Bora'nın yanında ilerlemeye başladım.

Beni koridorun en sonunda olan bir odaya götürdü. Oda da siyah perdeler ve resmen uyum içinde olmak için burada duran beyaz koltuklar dikkatimi çekmişti. Ama farkı bir şey daha vardı. Kapıda "Ali Yaşar" yazılı bir tabela vardı. Kendimi tutamayıp "Kapının önünde Ali Yaşar yazıyor ama siz bana isminizin Bora olduğunu söylediniz..." diye sordum. Dudağının bir kısmı kıvrıldı ve bana "O bizim eski çalışanımızdı tabelayı da değiştirmedik. Anlaşılan meraklısın?". Sorusuna cevap vermemiştim. Bana masasının önündeki tabureyi işaret ederek  gösterdiği yere oturdum.

"Evet, anlat bakalım İlkim kendini tanıt bana." dedi. 

"21 yaşındayım, İngilizce çevirmenliği okuyorum hayatı yaşamaya çalışıyorum." Bir yandan not alıyor bir yandan da beni başıyla onaylıyordu.

"İlkim, en çok ne yapmayı seversin?"

"Kitap okumayı ve  müzik dinlemeyi." diye mırıldandım. Bana yüzünde hafif bir gülücükle baktı. 

"En sevdiğin kitap ne İlkim?"

"Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar." Bana bu sefer çok şaşkın bir şekilde bakıyordu. Daha sonra yazmaya devam etmedi. İki dakika boyunca bir şey sormadı bu yüzden ben ona sordum. 

"Size kendimi tanıttım sıra sizde." dedim. Kafasını kağıttan kaldırıp bana baktı ve konuşmaya başladı. "Öncelikle İlkim bana 'siz' diye hitap etmesen sorun olmaz. Merak ettiğin için sana kendimi tanıtacağım. 24 yaşındayım ,ailemi küçükken bir kazada kaybettim, tek sağ benim. Kazadan sonra yetimhanede kalmaya başladım. Hiç bir aile beni sahiplenmedi. Çünkü ben korkak bir şekilde aileleriyle eve giden çocukları izlerdim. Ama bir kız vardı ,ona aşıktım çok iyi anlaşırdık. Yanlış hatırlamıyorsam onun adı da İlkim'di. Ona aralıksız mektup yazardım ta ki kızın psikolojisi bozulunca benim kıza attım tüm mektupları ailesi saklayamaya başlayana dek..." Bora bunları söylemeye başladığı gibi ağızım açık kalmıştı. Çünkü o bana hayatını anlatmıştı. Bora bana hayatını anlatmıştı...

"Bora..." ağzımdan sadece bu kelime çıkabilmişti. Şuan tam bana bakıyordu gözleri kıpkırmızıydı. O bir aşkın peşinden koşmuş ancak sonunu bulamamıştı.  Bora'nın birine ihtiyacı olduğunu düşündüm. Oturduğum yerden ayağa kalktım. Bora'ya doğru ilerledim. Masasının başına geldim. Sandalyesini gösterip kalkmasını işaret ettim. Ayağa kalktı, ona doğru ilerledim ve ona sımsıkı sarıldım. Bora yavaş yavaş kollarını bana sardı. Belimden sıkıca tutup kollarıyla sarmaladı beni. Omzumda bir ıslaklık hissettim. Bora ağlıyordu... Sırtını sıvazlayarak ona destek olmaya çalıştım. Sormak istediğim bir sürü soru vardı ama bunları şuan sorarsam daha çok üzülecekti. "Bu randevuyu kısa sürdüreceğim, ilk olduğu için haftaya gelmeden önce bir ormana gitmeni istiyorum ve gördüğün tüm ağaçları not almanı istiyorum İlkim..." dedi. Ondan uzaklaştım. Yanaklarını baş parmağım ile sildim.

Koltuğun üstünde bıraktığım çantamı alıp  ona el sallayıp odadan çıktım. Onun için çok üzülmüştüm. Hayatı kararmış bir gençti o da. Belki çok iyi anlaşabilirdik...

                                      *                                      *                                                 *

Sabah annemin "Oğlum çay, kahve ne istersin?" demesiyle uyandım. Kardeşim olduğunu bilmiyordum. Cama doğru yol alıp park alanındaki arabaları inceledim. Bir tane tanımadığım araba vardı o da içerideki annemin 'oğlum' diye seslendiği kişinin olmalı. Üstüme bir sweat geçirip içeri geçtim. Ben tam koridordan çıktığım gibi yanımdan bir kız geçmişti. Hayır, bu o olamazdı. "Eylül!!" diye cırladım bir anda. Eylül'ün kafasını çevirip bana bakıp, üstüme atlaması bir oldu. Onu gerçekten çok özlemiştim. Ona sarılırken salonda bize bakan uzaylıyı gördüm. Elinde ince belli çay bardağı ile çay içiyordu. 

Eylül'den ayrılıp salondaki uzaylıya doğru ilerledim. Aniden ayağa kalkıp elini uzattı. "Merhaba küçük hanım ben Mert." dedi. Kafamı direk Eylül'e çevirip "Ciddi misin?" dedim. Bana başıyla onay verdi. Mert sarılır sarılmaz "Eniştem." demem bir oldu. 

"İlkim sakin ol kardeşim istediğin zaman görüşeceğiz." 

"Seni bırakmam enişte öyle Amerika'da Türk zor bulunur. Sen de onlarda birisin."

Hepimiz masa başındaydık, kahvaltı yapıyorduk. Ancak olacaklardan habersizdik. Güzel bir günde kahvaltımıza polis sirenleri eşlik etti...

İnsan OrmanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin