you fit me better than my favourite sweater

165 24 28
                                    

herşey incitiyor beni, kollarıma diken gibi batan çimenler, sırtımda şekillerini bırakmaya hevesli küçük taşlar, bütün güzelliğiyle parıldayıp gözlerimi açmama mani olan güneş...
hepsi de beni incitmekten başka bir şey yapmıyor. ciğerlerimi derin bir nefesle doldurup en sevdiğim  hüzünlü şarkıyı mırıldanmaya başlıyorum.

'o şarkıyı söyleme.' diye uyarıyor beni, hemen yanımda uzanmakta olan jeno.

mırıldanmaya devam ediyorum, jenoyu dinlemem ben. aslına bakarsanız kimseyi dinlemem. göz kapaklarıma çarparak etrafı izlememe mani olan güneşin etkisi kaybolduğunda jenonun üzerime eğildiğini anlasam da umursamıyorum. dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılırken keyfim yerine geliyor.

'sence bu komik mi? eğleniyor musun?'

sorusuna karşılık kıkırdayıp başımı sallıyorum.
'kızgın görünmeye mi çalışıyordun yoksa, kusura bakma bana sevimli gelmişti.'

'bütün o melankolik saçmalıkları hayatımızdan çıkartacağımıza dair birbirimize söz vermiştik.' diyor sayıklanır gibi.

gözlerimi aralayıp huysuz görünmek için özenle çattığı kaşlarına ve sıkıca birbirine bastırdığı dudaklarına kısa bir bakış atıyorum.
ne cevap vermemi bekliyor?
benden nasıl bir cevap duysa tatmin olur?
verdiğim sözleri hiçbir zaman tutmadığımı söylesem mi acaba?
hayır hayır, çok yersiz olur. hem sonra boşu boşuna kavga etmenin ne manası var?

böylece yalnızca başımı sallayarak onaylıyorum, 'haklısın, söz verdik ama bu çok sevdiğim bir şarkıydı.'

'ben nefret ediyorum.'

'ben aşığım.'

göz göze durduğumuz beş saniyelik sürenin ardından ikimiz de aniden gülmeye başlıyoruz. ellerimle saçlarını karıştırıp yavaşça uzandığımız çimenlere oturuyorum.

etraf tıpkı bildiğim gibi, tanıdık yeşillik, evimizden birkaç yüz metre uzaktaki deniz, kıyıyı çevreleyen yaşlı kayaları döven hırçın dalgalar. tırnağımın üzerinde kuruyup kalmış boyayı çıkartmaya çalışırken soruyorum, 'ne zaman gidiyorsun?'

omuz silkiyor, 'bu cumartesi.'

'yarın?'

'hm'

cılız onaylamasını duyduğumda başımı sallayıp ayaklanıyorum. 'hey' diyor jeno, 'sonsyza dek burada kalabilmemiz için şehre gitmem gerektiğini biliyorsun öyle değil mi?'

elbette, gidip çok ünlü olmalı ve şehirdeki arkadaşlarınla hayatının en güzel anlarını yaşamalısın. arada bir çalışıyormuş gibi görünmen de hiç fena olmaz doğrusu, ne de olsa burada kalabilmemiz için şart, öyle değil mi?

'biliyorum, ne kadar kalacaksın?'

'beş gün' diye cevaplıyor.

eve gitmek için bir hamle daha yaptığımda o da benim gibi ayaklanıyor, 'yine ne oluyor jaemin? senin için buraya taşındığımı, işimden uzak kaldığımı ve hatta eskiden sahip olduğum hayattan neredeyse vazgeçtiğimi görmüyor musun? sadece birkaç günlüğüne gidip işyerimde durmam gerekiyor. bu seni neden rahatsız ediyor?'

'etmiyor.'

'bir kez olsun dürüst olamaz mısın?'

histerik gülüşüm aramızda kuvvetli bir gerilim hattı oluşturuyor.
'inan bana bundan hiç hoşlanmazdın, o yüzden kendi iyiliğin için çıkart bunu kafandan.'

'bilmek istiyorum, sorun ne?'

jeno küçük, jeno hala inatçı.
kalbini kırmak istemediğim için geri çekildiğim her an bana saldırmam için yeni bir fırsat veriyor. aniden arkama dönüp tıslar gibi söylüyorum, 'bazen öyle çocuksu davranıyorsun ki hayret ediyorum. sorun filan yok dedim, kapat şu konuyu.'

hidden songs, hidden feelings - nomin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin