Dilim tutulmuştu. Gördüğüm kişinin şaşkınlığı bir yana, hayal kırıklığının vermiş olduğu ağırlıkla omuzlarım çöktü ve yaşarmaktan kızardığına emin olduğum gözlerim yeniden dolmuştu. Yanılmıştım, yine. O değildi kapımızı çalan. Gelmemişti. Ama gelebilirdi hala değil mi? Beklerdim ben onu. Gelmeyeceğini bilsem de beklerdim. Aşk kelimesi çok basit kalırdı benim hissettiklerimin yanında. Ona aşığım diyemiyordum bu yüzden. Yeterli değildi bizim için o kelime. Tüm güzel duyguların birleşimiydi hislerimin tanımı. Benim tabirimle karma. Dünyanın en basit bir o kadar da en zor şeyiydi onu sevmek. Onu herkes sevebilirdi. Kusursuzdu çünkü. Fakat herkes sevemezdi çünkü kusursuzdu. Kimse kendini layık göremezdi ona. Ben de görmüyordum zaten. Ama o gözlerime öyle bakıyordu ki kendimi kırmızı elmas gibi hissediyordum.
Kapının çalınması bir yana çalan kişinin de şaşkınlığı vardı diğer yandan üzerimde. Uzaklaşmıştım ben oradan. Eskiye dair hiçbir şey duymak ya da görmek istemiyordum. Nereden bulmuştu bu beni? Niçin gelmişti onca zaman sonra? Sorular aklımdaki boşluklara yerleşip cevabını beklemek amacıyla yerlerini almıştı. Ne yaşıyordum şu anda ben? Bilmiyordum.
"Ne işin var senin burada? Nereden buldun beni? Sikik yerden kurtulmak için buraya geldim ve siz peşimi bırakmamakta ısrarcı mısınız? Öyleyse hemen defol git ve zor kullanmak zorunda bırakma beni. O çöplüğe asla dönmem. Ben sevgilimle yaşıyorum ve çok mutluyum. Yaşıyorum ben artık. Nefes alıyorum, yemek yiyorum, çalışıyorum, para kazanıyorum. Kendi geçimimi sağlamak için uğraşıyorum ve her şeyi geride bırakmışken yeniden olmaz anladın mı beni? Olmaz!"
Patlamıştım artık. Sonuna gelmiştim sabrımın. Sınırlar yetersiz gelmişti gözüme. Sığamıyordum içime. Korkuyordum, savunmasız hissediyordum. Kurtarıcı meleğim yoktu ki yanımda. Üstesinden gelemezdim bir başıma.
"Heyy sakin ol, seni eskiye götürmeye gelmedim. Yalnızca takip ediliyorsun Jeon, uzun zamandır. Ne kadar dayanabileceğini ölçüyorlar. Beklediklerinden uzun sürdü dayanma süren. Habersiz geldim ama bilirsin ki pek de iyi değildi muhabbetimiz."
Alayla güldüm dediklerine. Sinir de olabilirdi hissettiğim ya da pişmanlık veyahut aptallığıma sövüyor da olabilirdim şu anda içimden. Oraya girdiğim güne lanet ediyordum. Fakat iyiydi o zamanlar, iyi geliyordu. Yalnızca bir yerden sonrasını kaldıramaz hale gelmiştim. Hatırlamak bile istemiyordum. Geçmişimden utanıyordum, kendimden utanıyordum.
"O ortamda iyi olan tek bir şey bile yok! Bir daha o boka bulaşmayacağım. Söyle o orospu çocuklarına peşimde dolaşmayı kessinler artık. Sen de buraya hiç gelmemiş gibi davran ve hemen defolup git."
"Amacım seni oraya götürmek değil bunu söylediğimi sanıyordum. Yalnızca yerini değiştir ve izini kaybet işte. Oturup av gibi bekleme çünkü onlar seni avlayacağı zamanı kovalıyorlar. Bunu söylemek için geldim sadece. İyi şeyler paylaşmadık farkındayım fakat ben bu bokun içinden kurtulamadım en azından sen çek çıkar kendini. Buraya bir daha gelmeyeceğim. Umarım bir daha görüşmeyiz çünkü bilirsin pek normal şartlarda yan yana gelemiyoruz. Kendine dikkat et Jungkook."
Son sözlerini söyleyip kapüşonunu kafasına çekerek uzaklaşmaya başladı hızlıca. Hislerim birbirine girmişti yine. Duygu karmaşası yaşıyordum. Hayatım yalnızca birkaç saat içerisinde tepetaklak olmuştu eskisi gibi. Lanetliydim ben sanırsam. Hayatımdaki iyilikler pek uzun yaşamıyordu benimle. Yalnızlığa mahkumdum belkide. Fakat bunu düşünmek için erkendi hala. Biliyordum beni bırakmazdı o.
Joy'un gidişinin ardından kapıyı kapatarak içeri girdim. Bedenimi taşıyamaz hale gelmiştim. Yürümekten bile aciz hissediyordum. Bacaklarım titriyor, nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyordu. Dar geliyordu ev bana. Duvarlar parmaklık gibiydi gözümde ve ben müebbet yemiş suçluydum sanki. Tutsaktım. Bu eve, ona, geçmişime, düşüncelerime...