-İyi okumalar.
Korku doğuştan gelen bir duygu sanılırdı ama sanılanın aksine korku sonradan kazanılan bir öğretiydi. Zira dünyaya gözlerini açan bir bebek ne bir böceği ne de kendini sarsan büyük bir artçıyı anlamlandırabilirdi. Annesi korktuysa ve bebek bunu hissettiyse o da korkardı. Tabii bu duygunun büyüdükçe değişmesi o kişinin elindeydi. Misal Mirali'nın bir tanecik annesi ufakcık bir böcek görse çığlığı basar, kaşınmaya başlardı. Çocukken yerde gezen ufak şeyleri bir anda devleşip kendini yiyecekmiş gibi hisseden Mirali nerede böcek görse ağlayarak kaçardı. Şimdiyse insanların iğrenerek baktığı o küçük yaratıkları bağrına basmak istiyordu çünkü dışlanan bir canlı olarak onların da dışlandığını fark etmişti. Dünyadaki kötülükler onlardan kaynaklanıyormuşcasına bütün hıncını onlardan çıkaran onları büyük bedeniyle ezen babası kendisine de o böcekler gibi bakıyordu. Pek tabii yeri gelince eziyordu da hem kendisini hem annesini. Mirali doğduğundan beri annesinin korktuğunu biliyordu. Hissettiği bedene ait olmadığının farkında olmadan büyürken bile korkmaya başlamıştı bu sebeple. İnsan korktuğu zaman sığınmak istediği o tenha limdandan korkar mıydı? Mirali korkusunun sebebi olana kişiye sığınıp da soramıyordu bile. 'Ben nerede hata yaptım, bana neden bu hayatı reva görüyorsun? Kardeşimi gözünden sakınırken beni neden kanından saymıyorsun?' diyemiyordu. Limansızdı Mirali, kimsesi yoktu. Annesi ne kadar onu korumaya çalışsa da annesinin limanı da oydu velhasıl kelam.
Sabaha kadar yatmaya çalıştığı yataktan çıkmak için sızlayan bedenini yoksayarak doğrulup karşısında duran aynaya uzun süreli bir bakış attı. Sızlayan ruhuydu ve bedinine de tesir ediyordu. Eskiden yanık olmasına rağmen büyüdükçe soluklaşan teninin üstünde bulunan yeşilliklerin yanına eklenen taze morlukları, kemikleri sayılacak kadar zayıf olduğu için ortaya çıkan kocaman yeşil gözleri, gözlerinin altındaki yorgun çizgileri bakıyordu ona. Bukleleri birbirine karışmış olam kara saçlarına elini daldırıp her kusurunu düzeltecekmiş gibi birbirinden ayırıp ayağa kalktı.
Diğer günler olduğu gibi dün gecenin de son anı olduğu düşünmüştü ama güneşi yine selamlıyor ve yine ayağa kalkıyordu. İnsanların garipseyen bakışlarından hala ürkse de alışmıştı buna. Hayat devam ediyordu nasılsa yaşamaya devam etmeliydi.
Sandalyesinin üstüne attığı kırışık okul gömleğini giyip pantolonunu da giydikten sonra içine soktu. Bu halde okula gitmeme düşüncesini çok zaman önce aşmıştı. Kapının tıklatılmasiyla kendine bakmayı kesip çantasını omzuna geçirdi. Yavaş adımlarla koridoru arşınlayıp aşağıya indiğinde kapının çalmasıyla mutfaktan çıkan annesinin koşturması bir oldu.
"Günaydın Hüseyin oğlum hoş geldin."
Adını duymasıyla kalp atışları hızlanırken başını istemsizce kapıya doğru çevirdi. Kapıyı sonuna kadar açıp eliyle içeriye davet eden annesi sayesinde göz göze geldiği adam annesinin selamına cevap vermek yerine bakışlarını Mirali'nin renklerle kirlenmiş bedeninde gezdirdi. Yumuşak ifadesi sertleşip çenesi kasılmış ve az önceki gülümsemesinden eser kalmayan ifadesiyle ayakkabılarını çıkarıp içeri geçmişti.
'Tiksiniyor benden.'
Canını yakan düşünceyle adımlarını hızlandırıp mutfağa giren Mirali masada kuş sütünün eksik olduğunu görünce anladı annesinin bu telaşını. Altıncı kez yerinden çıkan dolap kapaklarını tamire gelen Hüseyin oğluna(!) mükellef bir sofra hazırlamıştı. Çantasını yere bırakıp annesinin ayıp olduğuna dair uyarılarını işiteceğini bilmesine rağmen sandalyeye oturdu.
"Oğlum ne zahmet ettin onlar istedikleri zaman alıyorlar zaten." "Ne zahmeti Ayşe teyze Ertuğrul için küçük bir şeyler aldım."
Mirali içindeki meraka yenik düşüp de Ertuğrul için aldığı şeye bakmamak için eline geçen küçük ekmek parçasını ikiye bölüp önüne konulan servis tabağını es geçerek çatalını zeytine daldırıp bir tane ağzına attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜRRİYETİN SÜT BEYAZ MAVİSİ (BXB)
Teen FictionKimse masum değildi gökyüzünün alaca mavisi altında ve özgür de değildi bu kimseler hürriyetin sütbeyazı koynunda. NOT: Küfür, cinsellik vb. ögeler içerir.