nefes nefese kalmış bir halde duvara tutunuyorum, büyük bir açlıkla nefes alıyorum. evden nasıl çıktığımı bile hatırlayamıyorum, sadece zihnimde o ses yankılanıyor, o adamın sesi.evden çıkarken arkamdan ikizlerin hızla geldiği an düşüyor aklıma, acil bir işimin çıktığına dair bir şeyler zırvalıyorum, işin aslı, kaçıyorum. bir yerlerde tanınmak istemediğim şekilde tanınıyor olmak, bütün şehirden kaçmak istememe sebep oluyor. sonra düşünüyorum, daha kaç kez yer değiştireceğim, hangi durakta durmak işkence gibi gelmeyecek ve orayı benimseyebileceğim?
bu sorunun cevabını çok iyi biliyorum.
***
kapı zili çalıyor, namjoon gelmiş olmalı. günlerdir telefonları açmıyorum, yani, kimin aradığına bakmadım ancak her döngü böyle sonlandığı için beklentim namjoon olması yönünde. kaçışımın olmadığını biliyorum, kapıya doğru bağırıyorum.
"anahtar çerçevenin üstünde."
cümle kurduğumu görmek garip, günlerdir suskunluk yemini etmiş gibiydim. birkaç dakika içinde kapının kilidi açılıyor, kapıdakinin yabancı biri olma ihtimali aklıma gelmiyor ama gelse de umrumda olmaz, beni korkutan hiçbir şey kalmadı artık.
"kalk yerinden." sert bir ses, o günki ses.
namjoon'a ait değil.
irkiliyorum ancak bunu başka bir insanın fark edebilmesi imkansız, vücudum o kadar enerjisiz ki tepkilerim de minimum düzeyde.
"kalkmak için pek fazla süreye sahip değilsin."
arkamı dönmüyorum, ufacık bir harekette bile bulunmuyorum. kurumuş dudaklarımı ıslatıyorum, ses tellerim titriyor kullanmadan önce. tahminimden daha güçlü bir sesle konuşuyorum.
"sen de evimden çıkmak için pek fazla süreye sahip değilsin."
gülüyor, aynadan bütün mimiklerini izliyorum, çok rahatsız edici bir gülüş. ince dudaklarını yalıyor o da, bana doğru yaklaşıyor.
"konuşacağız, böyle rahatça yaşamana izin vermeyeceğim."
derin bir nefes alıp veriyorum, birebir olmak daha az gerici, toplulukta fark edilme korkusunu hissetmiyorum en azından.
garip bir gülümseme oluşuyor yüzümde, rahatça yaşayabildiğimi düşünmesine hiç şaşırmıyorum, insanlardan bir beklentim yok.
"evimden çık."
"bu evin senin olduğunu düşünmen de komik, genel olarak komik bir adamsın hoseok."
bana ait olan bir şeyi hissettiğim yok zaten, evi hatırlatması hiçbir şey ifade etmiyor. boş boş aynadan yüzünü izlemeye devam ediyorum.
bir şeyler bildiği çok açık, kalbim de bu yüzden hızlı hızlı atıyor olmalı, buna karşın yüz ifadem oldukça düz duruyor.
"derdin ne?"
gerçekten ne bok yapmak istiyorsa yapmalı ve gitmeliydi artık, tahammülüm kalmamıştı.
"dava dosyanın tekrar açılmasını sağlayacağım."
sanırım bu 'olumsuz' bir haberdi ve korkmam gerekiyordu ancak insanlığa dair duygularım yosunlaşmış okyanusun dibini boylamıştı çoktan. hiçbir şey hissetmiyorum ve bu siktiğimin hiçliği öyle bir acı veriyor ki.
bir şey söylemeyeceğimi sonunda kabullendiğinde bana biraz daha yaklaşıp tam arkama geçiyor. ellerimi bir eliyle arkamda toplayıp diğer eliyle de boğazımı sıkıyor ve ayağa kaldırıyor beni. "önce seni ifşalayacağım, sonra da ölmeni izleyeceğim." gülümsüyor.
ben de gülümsüyorum. kurumuş dudaklarım bu gerilmeyle acıyor, bu insani duygu bile bana zevk veriyor. hissedebilmek, sen ne yüce bir şeysin.
göğsüne doğru bir dirsek atıp ellerinden kurtuluyorum. onunla yüz yüze geliyorum. kimdi, ya da bu konuyla neden ilgileniyordu hiçbir fikrim yok.
gözlerinin tam içine bakıyorum. "bana bak, ben zaten yaşayan bir cesetten fazlası değilim. eğer bulaşırsan benim gibi çürük et kokmaktan başka hiçbir işe yaramaz."
beni tanıyor olması öyle rahatsız ediyor ki bir an önce evden çıkarmak istiyorum onu. fiziksel güç kullanarak yapmamak için kendimi çok zor tutuyorum. biraz daha kalırsa kendimi tutamayacağımı çok iyi biliyorum. ki çok bariz şekilde bunu yapamayacağım da açık, öyle sıskayım ki zar zor ayakta duruyorum.
boğazıma nereden çıkardığını bilmediğim bir bıçak dayıyor, soğuk metali hissettiğimde dahi mimiğim oynamıyor. sadece sertçe yutkunuyorum.
bıçağı yavaşça oynatırken bana iyice yaklaşıyor. "eğer bir cesetsen, o halde seni gömmeliyim hoseok, ki gömeceğim, isminin bile yazılı olmasına izin vermeyeceğim, derini yüzüp seni tanınmayacak hale getireceğim, derinden kendime bir ceket yaptıracağım, etlerini sıyırıp köpeklere yedireceğim, kemiklerini gömüp üstüne evimi inşa edeceğim."
boynum sızlarken sızan kanı hissediyorum. konuşması beni biraz olsun ürkütüyor ve bu bana öyle ucuz bir haz veriyor ki bana daha fazlasını yapsın istiyorum. sırf biraz daha insan gibi hissedebilmek için tüm bunlara katlanabilirmişim gibi geliyor.
geri çekilip bıçağını yere fırlatıyor umursamazca, paltosunun cebinden bir zarf çıkarıp içini açıyor. içindekileri çıkarıp yüzüme fırlatıyor. bir bir yere düştüklerinde bunların fotoğraf olduğunu anlıyorum.
"bu fotoğrafların hepsine iyi bak, her biri için ayrı intikam alacağım senden."
ardından çıkıp gidiyor. bunlar gerçek mi rüya mı ayırt edemiyorum bir süre. aynada boynumu inceliyorum, gerçekten acıyor. o halde rüyada değilim, değil mi? yerdeki fotoğraflara basıp önce bıçağı elime alıyorum, işlemesinde bir isim yazıyor.
"min yoongi"
demek ismi bu, diye düşünüyorum. kafam çok karışık ve zihnim de bulanık. tüm bunların asıl odaklanmam gereken kısmına odaklanamıyorum.
çıplak ayaklarıma takılan fotoğraflara bir bakış atıyorum. aralarında biri parıldıyor sanki, yüzü çok tanıdık ve yüreğimi sızlatan biri. sanki çok tanıdık ama aynı zamanda da çok yabancı biri.
elime alıyorum fotoğrafı. uzaktan net göremezken şimdi çok net anlıyorum kim olduğunu. annem. ellerim titriyor ve fotoğraf kayıp gidiyor. kalbim hızla çarparken çok zor nefes alıyorum.
ben, ben bir insanın sahip olabileceği en kötü şeyim.
![](https://img.wattpad.com/cover/287017333-288-k152180.jpg)