Mersin'de ki bir tatil kasabasındaydım. Denize girmek ve o müthiş deniz manzarasıyla beraber günbatımını fotoğraflamak için sahile gitmiştim. Sahile gittiğimde denize girmekten vazgeçip sadece iskelede oturup ayaklarımı suya sokmakla yetindim. Bir çocuk grubu arka taraftan şen şakrak sesleriyle sahile geldi. Çocuklar arasında en çok dikkatimi çeken çocuk sarışın, ufak tefek, biraz da cılızdı. Sol kolu alçılıydı. 8 - 9 yaşlarında olmalıydı. Diğer çocuklar denize girdiğinde o sadece kumların üzerine oturup onları izledi. Haline biraz üzüldüm. Onu yanıma çağırdım. Koşarak geldi. İskelede yan yana oturduk. O da bana özenip ayaklarını suya soktu. Ona çektiğim bazı fotoğrafları gösterdim. Çok hoşuna gitmişti. Fotoğrafçı olmak istediğini öğrendim. Burda olduğum müddetçe ona fotoğrafçılıkla âlâkalı bazı şeyler öpretebileceğimi söylediğimde çok sevinmişti. Gün batmaya başladığında günbatımının bir kaç fotoğrafını çektim. Sonra kalktım. Diğer çocuklar da denizden çıkmışlardı. Kasabaya beraber gitmeyi teklif ettim kabul ettiler. Yol boyunca neşeli kahkahalarla sohbet ettik. Ben çocukları, çocuklar da beni sevmişti. Kasabaya vardığınızda hava kararıyordu. Yarın çocuklarla buluşup sahile gidecektik. Sahildeki bir koydan bahsetmişlerdi bana. Yarını iple çekiyordum... Sabah erkenden uyandım. Kahvaltı bile yapmadan dışarı çıktım. Çocuklar bahçe kapısının önünde toplanmışlardı. Dün konuştuğum sarışın çocuk aralarında yoktu. Çocuğun adı Arda'ymış. Evini öğrenip evine gittim. Kapıyı yaşlı bir teyze açtı. Nenesiymiş, konuştuk. Ama Arda'nın neden gelmediğini öğrenemedim. Arda olmadan koya gittik. Bir sürü fotoğraf çekmiştim çocuklarla. Hayatım boyunca çektiğim belki de en güzel fotoğraflar bunlardı. Akşamüzeri çocuklar denize girdiklerinde ben gene iskeledeydim. Bir el omzuna dokundu. Arkama baktığımda Arda'yı gördüm. Gelmişti. Ama bizimle koya neden gelmediğini merak ediyordum. Sormadım. Sadece beraber iskelede oturup gün atımını izledik. Diğer çocuklar denizden çıkıyorlardı. Bizde iskeleden kalkıp yanlarına gittik. Arda en öndeydi. Hepinizden hızlı yürüyordu. Arkada kalınca Sinan'a sordum:
"Arda'nın kolu ne zaman iyileşecek biliyor musun?"
Sinan fısıltıyla cevap verdi:
"Aslında kolu iyi."
Şaşırmıştım:
"Nasıl yani?! Peki ya kolundaki alçı niye var?"
Sinan durdu ve fısıltıyla sordu:
"Sır tutabilir misin?"
Meraklanmıştım:
"Evet!"
Sinan diğerlerinin gittiğine emin olunca derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı:
"Dediğim gibi, aslında şuan Arda'nın kolu gayet iyi. Denize girmemesini sebebi ve koya gelmemesini sebebi alçı. Herşey geçen sene oldu. Arda'nın babası sandalcıydı. Sandalcı Mustafa derlerdi. Eskiden sandalı hep iskeleye bağlardı ama geçen sene koya bağlamaya başlamıştı. Koyun daha güvenli olduğunu düşünüyordu. Geçen sene Arda ve annesi hep koya giderlerdi. Arda sürekli babasının yanında olmak isterlerdi diye. Birgün bir fırtına olmuş. Mustafa ağabey de sandalını koya bağlamak istediği için sandala binmiş. Arda ve annesi koydalarmış. Mustafa ağabeyi bekliyorlarmış. O zamanlarda da Arda'nın kolu alçılıydı. Top oynarken düşmüş ve kolunu kırmıştı. Babası da o üzülmesin diye imzasını atmıştı alçıya. Annesi de en güzel yazısıyla 'geçmiş olsun' yazmıştı. Bizde resim çizip yazı yazmıştık. Mustafa ağabey fırtınaya karşı koyamadığı için sandal alabora olmuş. Çok iyi yüzme bilmesine rağmen sulara karşı gelememiş. Arda'nın annesi de Mustafa ağabey gelmeyince koydan dışarı çıkmış. Alabora olan sandalı görünce inanamamış. Fırtına daha da artmadan kasabalılar Arda'yla annesini koydan çıkartmışlar. Arda'nın annesi o fırtınada ıslandığından hastalanmış. Hastalığı ağır olduğundan kurtulamamış. Arda da kolundaki alçıyı işte bu yüzden çıkarmıyor..."
Sinan son cümleyi söylediğinde sesi titremişti. Sonra da yanımdan ayrıldı. Hava kararmaya başlıyordu. Bense sahilde kala kalmıştım. Göz yaşlarına hakim olamıyordum. Demek pek kıymetli görünmeyen bir alçının bile hikâyesi olabiliyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALÇI (Tamamlandı)
Short StoryArda kolundaki alçıyı kolu iyi olmasına rağmen çıkarmıyordu. Bunun sebebi neydi?