Gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur...
Harabe sayılabilecek görüşme odasında kendimi oldukça rahatsız hissediyordum. Bu soğuk duvarlar pozitif enerjiden eser bırakmıyordu.
Kravatımı biraz daha gevşetip derin bir nefes aldım. Resmi gözükmek icabı taktığım bu kravat boynumdaki ilmek gibiydi. Canımı yakıyordu, özellikle onun avukatlığını yapmak.
Kapı açıldığında oturuşumu düzelttim, ilk başta içeriye bir asker girdi. Elinde uzun bir tüfek vardı, daha sonra o'nu gördüm. Kelepçeli eline rağmen, iki asker kollarına girmişti. İkisinin boynuna asılmış bir tüfek vardı.
Beni gördüğünde düz ifadesi yumuşadı ama hâlâ çenesi dik, asi bakışları yerli yerinde duruyordu. Üzerindeki koyu yeşil rengi parkası, altında ise bol paça pantolonu vardı.
"Sadece on beş dakika avukat." dönemin askerlerinin, avukatlardan daha baskın sözleri vardı.
"Tamam." dedim sadece, ters ters bakan benden daha genç asker Erdal'ı getiren askerlere önümdeki masayı gösterdi. İkisinden biri sandalyeyi sertçe çekti, ardından Erdal'ı oturması için çekiştirdiler sandalyeye doğru. Ama o izin vermeden kelepçeli olmasına rağmen kolunu kendine çekip, onlara ters ters bakarak kendisi oturdu ve yayıldı sandalyeye.
Askerler ters ters baksa da ardından odadan teker teker çıktılar, son çıkan asker kapıyı kapattığında bakışlarımı anında Erdal'a çevirdim. Dudaklarında hafif bir gülümseme ile yüzümü ezberlemek istermiş gibi bakıyordu.
"Nasılsınız avukat bey." dedi, alay ettiği açık ve net belliydi.
"Çok iyiyim Erdal Bey, idam dosyanızı inceliyordum." buraya gelmeden önce ilk konuşmamızın böyle olacağını düşünmemiştim. Ama karşımda ki insan hem işine geldiğinde aşırı ciddi ve korkutucu oluyordu, hem de muzip bir erkek çocuğuna dönüyordu.
"Evet, biliyorum. Kalemim kırılırken ben de oradaydım." rahat bir tavırla. O an takındığım dalgacı modundan çıktım.
"Erdal," dedim masaya yaklaşıp, uyarır bir tonda.
O benim aksime gülümseyerek yaklaştı.
"Sevgilim." dedi sesini biraz kısarak, öylece kaldım. Uzun zaman olmuştu duymayalı.
"Konuyu dağıtma Erdal, bu caydırmak için verilen bir karar değil farkında mısın? Asacaklar sizi." bahsederken bile kalbimi biri sıkıyormuş gibiydi. Kararın verildiği günden beri uyumaya korkuyordum, rüyamda onu öyle bir halde görürüm diye.
"Farkındayım." dedi sadece, konudan rahatsız olmuş gibiydi. Çünkü ne isteyeceğimi biliyordu.
"Erdal, yakma bizi. Bir kere boyun eğ." onun avukatı olarak bunu söylemek ağır geliyordu ama sevgilisi olarak başka bir çarem kalmamıştı.
"Cihan, neden bizi asmak istiyorlar?" öylesine sorulmuş bir soruydu, cevabı kendisi daha iyi biliyordu. "Onlara boyun eğmediğimiz için. Zaten bu yola bunun bilincinde çıktık, onlara boyun eğersem aldığım her nefes bana haramdır."
Devrim sevdasından kimse vazgeçiremezdi onu, benim sevdam bile.
"Anneler çok üzülüyor." dedim uzun bir sessizliğin ardından. Kafasını önüne eğdi.
"Mektup yazdım, onlara kendi elinle teslim edersen sevinirim." annesine dayanamıyordu.
"Sana da bir mektubum var, biliyorsun." görüşmelerde rahat konuşamadığımız için mektup yazıyordu.
"Biliyorum."
Yine bir sessizlik.
"Sizinkiler nasıl?" diye sordum, onları da merak ediyordum. Bu soru konudan uzaklaştırmıştı onu, gülümseyerek kafasını kaldırdı.
"Cihat kitap yazmaya başladı." şaşkınlıkla baktım, kitabı eline almayan Cihat mı?
"Nasıl? Ne konu hakkında yazıyor?" konusu belliydi aslında.
"Düşüncelerini, fikirlerini gelecek nesillere bırakmak istiyor. Ama bilmiyor ki onun düşüncelerinin yazdığı ufak bir kağıt parçasını bile bin parçaya ayıracaklarını. Yine de söylemiyorum, öyle mutlu oluyor." kendisi her şeyin farkındaydı.
"Ulaştırabilirse bana ulaştırsın."
"Söylerim."
Gülümseyen yüzüne uzun uzun baktım, o da aynı şekilde bana. Gözlerini benden ayırmadan öyle bir içini çekti ki, sanki benim nefesim kesilmişti.
Dakikalar sonra askerler kapıyı birden açıp içeri girdiler ve sürenin dolduğunu söyleyip Erdal'a veda bile edemeden yaka paça çıkardılar.
Tek aklımda kalan, çıkarken son kez başı dik bir vaziyette bakışı ve gülümsemesiydi.