İKİ

12.3K 1.4K 552
                                    

Kasım, 1973

Zaman gittikçe daralıyordu.

Devlet, idam kararlarını tüm taraflı, tarafsız gazetelere bildirmişti ve herkesin gözü kulağı bu hapishanedeydi.

İdam mahkumlarının ailesine devlet tarafından baskı yapılıyordu, özür dileme şartı ile hapis cezasına çarptırılacaklardı. Devletin başında bulunan bir büyük, daha ılımlı davranıyordu.

Ama bizim solcular, yollarından dönmüyordu. Mektuplar, görüşmeler bir işe yaramıyordu.

Kapı açıldı, Erdal yine kelepçe ile kapıda gözüktü. Bu sefer dört asker gelmişti içeriye, gittikçe artıyordu sanki.

Onlar için önemli olan Erdal'dı çünkü hepsinin başı, lideri oydu. Ailesi ile bile görüşmüyordu, avukatı olarak ise haftada on beş dakikalık zamanım vardı.

Erdal ile göz göze geldiğimde gülümsedi ve göz kırptı.

"Sadece on beş dakika." bu sefer başka bir asker söylemişti bunu. Askerlerin yüzü değişiyordu ama tavırları robot gibi aynıydı. Üstlerinden korktukça daha zalim davranıyorlardı.

Erdal yine onların kollarını itip kendisi oturdu sandalyeye ve biraz daha masaya yaklaştı. Askerler beni süzdükten sonra yavaş yavaş odayı terk ettiler.

Gelmeden önce üzerimi en ince ayrıntısına kadar aramışlardı çünkü.

"Avukat bey..." Erdal muzip bir ifadeyle konuşunca kapanan kapıdan gözlerimi alıp ona döndüm. Öyle özlemiştim ki yüzünü, delirecek gibi hissediyordum.

"Neden bu sefer dört kişi geldiler?" normalde üç kişi gelmeleri lazımdı.

"Bilmiyorum, hapishane müdüründen öyle emir almış olmalılar." kelepçeli ellerini masanın üzerine koydu.

"Rahat duruyorsunuz değil mi içeride?" bunu dediğim an başını eğerek güldü, yaramaz bir çocuk gibiydi.

"Ne yaptınız?" diye sordum, kafasını bana çevirdi ve elini kaldırdı.

"Ben yapmadım," iki yana salladı kelepçeli elini. "Barış dün hücreye girdi, tüm gün bağırarak bizim marşlardan söylediği için müdür kızgın."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Zaten onlardan beklenen bir hareketti.

"Erdal, daha fazla mimlenmeyin. Arkadaşların avukatları ile hiç durmadan çalışıyoruz, infazın iptali için."

"Olmayacak Cihan." bu gerçek yüzüme çarptığında duymak istemiyormuş gibi kafamı iki yana salladım.

"Hayır, olacak..." dedim, ardından yalvarırcasına güzel yüzüne baktım. "Nolur, yalvarırım af dileme meselesini-"

"Annemler nasıl?" sözümü sert sesi ile kesti, sinirlenmek istemiyor gibiydi.

"İyiler, mektup göndermişler." dedim ve devam ettim.

"Sana bir mektubum var, göğsümde duruyor." bana 'özel' olarak yazdığı mektuplardı.

"Çıkarken alırım."

Sessizlik çöktü yine, belki de kasvet.

"Serhat nasıl? Bugün onun avukatı gelmedi.

"İyi, biraz korkuyor." biraz şaşırmıştım açıkçası.

"İdam için, değil mi?" gözlerini kelepçeli eline dikti.

"Sayılmaz, küçük bir kız kardeşi var onu kime bırakacağını bilmiyor." onlar çoktan bu karara kesin gözüyle bakıyorlardı ve ayarlama bile yapmışlardı.

"İnşallah kimseye bırakmaz." gülümsedi, acı dolu bir gülmeydi bu.

Askerlerin uzaktan sesi geldiğinde yine zaman dolmadan geleceklerini anladım, hızla ayağa kalktım ve Erdal'ın yanına ilerleyip titreyen ellerimi kazağının içine sokup kağıt parçasını tuttum. Elimi geri çekerken Erdal kafasını biraz yana çevirip bileğime dudaklarını bastırdı.

O an zaman dursun, bir saniye bile geçmesin istedim.

Gözlerini kapatmıştı, saniye geçmişti belki ama hem onun için hem benim için, asırlar geçmiş gibiydi.

Elimi çektim, mektubu dosyaların içine koyduğum sırada kapı açıldı. Askerler hiç vakit kaybetmeden, muhattap bile olmadan Erdal'ın kolundan tutup görüşme odasından çıkardılar.

Bir süre boş boş çıktıları kapıya baksam da ardından ben de çıktım görüşme odasından. Hapishane binasından çıkıp arabama ilerlerken hiç vakit kaybetmeden mektubu açtım.

Sevgilim

Seni her gördüğümde gözlerine çökmüş o yorgunluk ve derin üzüntü kalbimi acıtıyor. Yanından ayrıldığım vakit koğuşa dönene kadar geçtiğim o dar koridorlar bana zindan oluyor. Biliyorum, her gidişimde çöküyorsun. Ama sana yalvarırım artık kendini yıpratma. Ben iyiyim, biz iyiyiz. Sanma ki kafamızı yastığa her koyduğumuzda ölümü düşünüyoruz, bu bizim için bir ölüm değil.

Sana daha çok yazmak isterim ama kelimler, cümleler yetmiyor sana olan sevgimi anlatmaya. Geçen gün aklıma ne geldi biliyor musun? Ortaokulda, okulun arkasında bir kavga olmuştu. Sırf ben dayak yemeyeyim diye hiçbir ilgin olmamasına rağmen sen de kavgaya dalmıştın. İşte, bazen düşünüyorum iyi ki büyüyünce bu fikrin değişmiş. Eğer benim peşime takılsaydın, belki senin de hayatın kayacaktı. Ama sen şimdi başarılı bir avukatsın. Belki bizim gibi 'anarşist', sabıkası siyasi suçlar ile dolu olan idam mahkumlarının avukatı olman kariyerini kötü' etkileyecek. Ama biliyorum, sen daha iyi yerlere geleceksin sevgilim.

'Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında

Beni unutma

Ah! saklı gülüm

Sen hem zor hem güzelsin
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
Sen memleketim kadar güzelsin

-
-

Nazım Hikmet....

BİR GÖRÜŞ KABİNİNDE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin