Uzun zamanın ardından ilk defa eve heyecanlı gelmiştim ve bunun tek sebebi bugün okulda başıma gelenlerin sevinciydi. Kötü olaylardan bahsetmiyordum tabi, Taehyung'tan bahsediyordum. Bana ettiği teklif bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Yarın için sözleşmiştik, onun evine gidecektim ve en çok eksiğimin olduğu dersten başlayacaktık.
Onun sayesinde inancım artmıştı. Artık başarabileceğim düşüncesine eskisinden daha bağlıydım. Bu yüzdendir ki dudaklarımdaki gülümsemeyi bir türlü silemiyordum.
Anahtarlarımla açtığım kapıdan sessizce girerek annemin ortalıkta durmasını sevmediği ayakkabılarımı aldım ve ayakkabılığa yerleştirdim. Ardından yumuşakça kapattım kapıyı. Soobin'in uykusunu böldüğüm bahanesiyle azar işitmek istemiyordum.
"Sen evin yolunu bilir miydin?" Ceketimi asarken geldiğini hiç fark etmediğim annemin sesi yerimden sıçramama neden olmuştu adeta. Vestiyer dolabını kapatıp arkama döndüm ve yorgun suratına baktım. Ona siz benim varlığımı bilir miydiniz diye karşılık vermek istiyordum ama nedense bir şey engel oluyordu. Saygısızlık etmek istemiyordum. Sonuçta onlara bağlı bir hayat sürüyor, onların parası ve çatısı sayesinde şu an yaşıyordum.
"Yemek var mı?" diye sordum konuyu değiştirmek için. Bugün hiçbir şey yememiştim ve aç hissediyordum.
"Yok, topladım sofrayı." Bıkkın bir nefes aldım ve "Peki, artanları ısıtırım." dedim sakinliğimi koruyarak. Ama bana inatmış gibi "Saatinde sofrada olmazsan yemek kalmaz. Git dışarıda zıkkımlan." demişti. Düzenli bir harçlık almıyordum, istemeye de çekindiğim için çoğu zaman para olmuyordu elimde, tıpkı şu an da olmadığı gibi. Bu yüzden "Neyse, o kadar da aç değildim zaten." diye geçiştirmiştim.
"Sen bilirsin." Arkasını dönüp tekrar televizyonunun yanına gittiğinde ben de odama atmıştım kendimi. Muhtemelen yine kavga etmişlerdi ve sinirini her zamanki gibi benden çıkarıyordu. Sorun değildi, alışmıştım. Ben de çok iyi bir evlat sayılmazdım destek olmak konusunda. Bu yüzden belki de benden nefret etmekte haklıydı.
Aslında çamaşır odası olan ama bana da yatacak yer verme zorunlulukları yüzünden bir çekyat ve masa koydukları odaya girer girmez çantamı açıp içindeki kitapları çıkarmış, yüklükte kendime kitaplık yaptığım dolaba yerleştirmiştim. Ardından yarın için ne gerekecekse doldurmuştum boş çantaya. Çocuk gibi heyecanlanıyor ve sabırsızlanıyordum. Sadece ders çalışacaktım ama sanki ilkokulda sınıfımla pikniğe gidiyormuşum gibiydi tavırlarım. Gece gözüme uyku girmeyeceğinden emindim.
Telefonumu alıp kendimi, yayları eskidiği için sırtıma batan çekyata attığımda yastık yüzü gören başıma tüm günün yorgunluğunu barındıran bir ağrı çökmüştü. Birkaç saniye gözlerimi kapatıp uzanmanın verdiği rahatlığın tadını çıkardım. Bu odayı seviyordum. Bu evin büyük çocuğu değil de köpeği muamelesi de görüyor olsam odamın loş ışığına, yumuşatıcı kokusuna ve sıcaklığına alışmıştım. Şanslıydım ki küçük olduğu için hep en sıcak oda benimki oluyordu.
Telefonu görüş hizama kaldırıp kilit ekranından saate baktığımda daha amcamın gelmesine vakit olduğunu görmüş, duşa girme kararı almıştım. Onunla pek hoş bir muhabbetimiz olmadığı için, sanki annemle varmış gibi, gözüne görünmemeyi tercih ediyordum. Her akşam yemekten sonra çıkar, arkadaşlarıyla içerdi. Tabi eve ne kadar geç de dönse benim kadar geç olmuyordu. Benim normalde eve geldiğim saatte çoktan sızmış oluyordu ve ben tüm işlerimi halledip yeni bir okul günü için uyuyordum.
Midem aç olduğunu hatırlatmak ister gibi guruldadığında masamın üzerinde ne zaman unuttuğumu bilmediğim bisküvi takıldı gözüme. Yerimden kalkıp ona uzandım ve paketi önceden açıldığı için nem alıp yumuşamış bisküvilerden birini ağzıma attım. Aç karnına şekerli bir şeyler yemek midemi bulandırmıştı ama şimdi gidip yemek yapmakla uğraşmak ve annemin mutfağı karıştırdığım için azarlamalarını işitmek istemiyordum.
Kendi evimin, kendi mutfağımın olduğunu ve istediğim zaman bir şeyi kafama takmadan girip çıkabildiğimi hayal ettim. Düşüncesi bile çok güzeldi. Kimse bana düzenine uymadığım için kızamaz, evcil hayvan beslememe karışamazdı.
Kim bilir, belki de hayatta kalabileceğim kadar para kazanmayı hayal ederken zengin olmam çok yakındı...
❖
Sıcak suyun altında günün stresini atmak ve bugün utandığım her şeyden kendimi lifle temizleyerek kurtulmak için duşa girdiğimde istemsizce düşünüyordum, Taehyung'un nasıl bir hayat yaşadığını. O ailesiyle nasıldı mesela? Annesi onu seviyor muydu? Kaç kardeşi vardı? Ya da hayvan besliyor muydu?
Son soru aklıma geldiği anda diğerlerinden biraz daha çok merakımı körüklemişti. Hep bir hayvan beslemek istemiştim ama babam bana bir hayvanın sorumluluğunu alamayacağımızı söylerdi. Ben de bu yüzden dışarıdaki sokak hayvanlarıyla ilgilenmeye çalışır, hepsine eşit şekilde ilgi ve yemek veremediğimde kendimi çok kötü hissederdim. Akşam yemeğinde masama oturmuş karnımı doyururken onların aç olup olmadığını, sıcak ve güvenli bir yuvada uyuyup uyumadıklarını bilmemek bir anda iştahımı kaçırırdı. Hoş, şu an onlardan farklı bir hayat sürdüğüm söylenemezdi. Ben de günümün çoğunu dışarıda geçiriyor, kendi evimde bile zar zor karnımı doyuruyordum. Babamın hâlâ hayatta olduğu günleri çok özlüyordum. Muhtemelen o giderken benden de bir şeyler alıp götürmüştü, artık eski yaşam sevincim yoktu içimde. O gittiğinden beri kaç kilo kaybetmiştim bilmiyordum. Hâlâ saçlarımı kesmemiştim mesela, her yanına gittiğimde okşadığı saçlarımı, dünyadaki izinin tamamen kaybolmasından korkuyordum...
Dolan gözlerimin yanma hissinden kurtulmak için başımı yukarı kaldırdım ve başlıktan akan suyla yüzümü yıkadım. Ne ara yine babam konusuna gelmiştim bilmiyordum. Hayvanlar diyordum oysa. Hayvanlar, ne kadar da güzel varlıklardı. Bir kedinin tüylerini okşarken attığın stres, bir köpekle oynarken içinde dolup taşan enerji hiçbir hobinin başaramadığı şeylerdi.
Avucuma döktüğüm bir miktar şampuanla saçlarımı köpürtürken en son karşılaşmamızda amcamın çok uzadığı ve kıza benzediğim bahaneleriyle onları kesmemi istediği geldi aklıma. Oysa ben daha uçlarından bile aldırmaya kıyamıyordum üç senedir. Nasıl kestirebilirdim ki? Kestirmeyecektim elbette. Bir gün kesmek zorunda kalırsam da muhtemelen bir torbada saklayacak, her gördüğümde bakıp ağlayacaktım.
Taehyung'un açık kumral saçları aklıma geldiğinde ona kimsenin bir şey dememesini kıskandım. İstediği gibi saçını boyamıştı ve hatta o saçla okula bile geliyordu. Okul müdürü beni her sabah girdiğimiz kontrol sırasında durduruyor, saçımı çekerek fazla uzun olduğunu tekrarlıyor ve kesmezsem ertesi gün beni okul kapısından içeri almayacağını savunuyordu. Zayıf bir hafızası olduğu için şükretmeliydim. Yoksa tek kaçış yerim olan okula da gidemeyecek, muhtemelen sokak aralarında yatıp kalkar hâle gelecektim.
Bazı zamanlar isyan etmek istiyordum ama sonra elimdekini de kaybetmekten korktuğum için sessiz kalıyordum. Kardeşimi benden kayıran bir annem, beni çocuğu olarak bile görmeyen bir üvey babam -amcam- vardı. Babamın yasını benden başka kimse tutmamıştı bile bu ailede, sanki ölen birinin eşi, diğerinin abisi değilmiş gibi.
Sıcak, buharlı duşa kabinde zar zor, derin bir nefes çektim içime. Göğüs kafesim daralıyor ve ciğerlerime yeterli alanı tanımıyor gibi hissediyordum. Kalbim de sıkışıyor, gözlerim kararıyordu. İşte yine oluyordu...
Öylece kabinin zeminine oturdum ve zar zor suyu kapatıp sürgülü kapıyı araladım. İçeriye göre daha serin olan hava daralan nefeslerime ve birden kapanmaya yaklaşan bilincime iyi gelirken saçlarımda ve bedenimde henüz yer yer temizleyemediğim köpükler varlığını sürdürüyordu. Muhtemelen banyoyu kirletirsem annem beni çok azarlayacaktı. Bu yüzden toparlanmam ve duşumu almayı bitirip odamda dinlenmem gerekiyordu ama titremeye devam eden kaslarımda tüm güç tükenmişti.
Babam gittiğinden beri ben tükenmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daddy or son
Fanfiction[taekook] Sınıf arkadaşının kendisine aşık olduğunu öğrenen Jeongguk, onun babasına ilgi duyduğunu nasıl söyleyebilirdi ki?