Yıl 2064
Dünyadaki insanların alıp verememesi sonucu çıkan savaşlar dünyada kıyameti çağırmıştı. Savaşı kaybedeceklerini anlayan dünya liderleri son çare olarak gökyüzünde kurulu olan gizli uyduyu plana sokmak istediler. İstekleri ülkelerin iletişimini kesmek ve bütün elektrik gerektiren silahları yok etmek üzerineydi. Ancak işler istedikleri gibi gitmedi. Kullanılan teknoloji üst düzeydi. İnsanlardanda üst. Bu proje daha önce denenmemişti. Testi edilmemişti. Sadece bir teoriden ibaretti. Bunun sonucunda uyduyu çalıştırdılar. İlk başta işe yarar sonuçlar aldı. Ancak sonrasında işler çığırından çıktı. Önce Asya'daki büyük nükleer santraller sonra dünyadaki bütün santraller, elektronik eşyalar, elektrik, arabalar, kısacası elektrik gerektiren her şey yerle bir oldu. Santrallerin patlaması ve elektronik silahların hepsinin yerle bir olmasının bir bedeli vardı. Masumlar. Dünya nüfusunun 3/2 si yok oldu.
İnsanlar hayatta kalmak için birbirinden çaldı, öldürdü. Ta ki yeni bir yönetici ortaya çıkana kadar.
Başkan ülke olarak değil dünya olarak bir düzen kurdu. Her şey ve herkes dünyaya aitti. Ve dünyalıydı. Başkan insanlar arasındaki problemi çözmüş olsa da elektrik problemi onunda boyunu aşıyordu. Bilim adamları,teknisyenler her yolu denemişti. Ancak uzaydaki uydu ne zaman böyle bir şey çalıştırılmaya kalkılsa denenen cihaz anında patlatıyordu ya da çalışmaz hale getiriyordu. Bu yüzden artık insanlar uyum sağlamaya başladı. Bu hayatı benimsemeye ve kabullenmeye.
Bunlar 30 yıl önce olmuş tabi...
Babamın anlattıkları bunlar. Ben daha on beş yaşındayım. bunlardan on beş sene sonra doğmuşum. Elektrik mucizevi bir şey derdi babam.
Ateşten bile renkliymiş. Üstümüzdeki lanet bozulana kadar göreceğimi, bunun elbet sonunun geleceğini söylerdi. Geçen seneye kadar.
O öldü. Ben ve kardeşim kaldık. Annem biz doğduktan 3 sene sonra hastalanmış. Biz onu hiç göremedik. Sadece elle çizilmiş tabloda resmî durur o kadar.
Eskiden okullar varmış. Şimdi eğitimler. Hangi alanda uzmanlaşmak istediğin sana kalmış. Birini seçip on altı yaşına kadar eğitiliyorsun. Sonrasında yetişkin sayılıyor ve aldığın eğitimi dünya için kullanıyorsun. Savunmacı,çiftçi,aşçı,idari işler,siyaset,doktorluk ve benzeri dünyada varlığını sürdürebilecek bölümler sırasıyla devam ediyor.
Ben bir İdareciyim. Bu sene bitecek ve artık Dünya salonlarında görev yapacağım. Kardeşim henüz bölüm seçmedi. Savunmacı olmak istiyor.
Tabiki o iş zor. Ben istemiyorum. Savunmacılar zorunlu olarak Asya sınırında beş sene geçirmek zorunda. Asya yasak bölge ve giriş çıkışlar yasak.
Anlatılana göre elli metreyi aşan dev bir duvar örülmüş ve tek giriş çıkışı varmış. Görev olarak gönderilen savunmacıların çoğu geri dönemiyor. Nedeni bilinmiyor. Savunmacılar yeminlerine sadık olmak zorunda henüz kimse bu kuralı bozmuş değil. Dönenlerin ise büyük akli denge sarsıntıları oluyormuş. Neden bunu istesin ki onunla konuşmalıyım. Bu arada ben Kami kardeşim Ema.
Artık sadece ikimiz varız. Aileden kalan evde ikimiz yaşıyor dünyanın verdiği yetim parasıyla geçiniyoruz. Dünya nüfusu problemli olduğu için herkes herkese yardım ediyor. Önceden insanlar birbirini tanımaz yakın olmazlarmış.
Tabi evimiz artık hurdadan hallice bakım yapacak paramız yok. gaz lambamız bile zor yanıyor. Eğitim bittikten sonra salonlarda çalışanlara ev veriyorlar. Kardeşimi de oraya alacağım. Bu kadar sefillik yeter.
Ve tabi atımızı !!
Onun adı Rüzgar simsiyah kocaman olan iri bir attır kendisi. Bana mısın demez,çok güçlü ve kuvvetlidir.
Bizi de çok sever. Ben doğduğumdan beri bizimle onu hiç bir yere bırakmam...
Günün erken saatleriyle birlikte uyandım. Saat yediyi gösteriyordu. Güneş yeni yeni doğmaya başlamış,horozlar avazları çıktığınca bağırıyorlardı.
Hışırdayan yatağımdan kalktım ve mutfağa doğru yöneldim. Ema benden önce kalkmıştı. Mutfakta resim çiziyor. Bir yandan da bir şeyler atıştırıyordu. Yaşı benden küçük olsa da benden maharetli olduğu kesindi. Ben onun yaşındayken bıçağı tutamıyordum bile !
Mahzene doğru yöneldim. Çok bir şey kalmamıştı ama bir domates ve ekmek bulabildim. Tekrar yukarı çıktım ve Ema'nın karşısına oturdum.
-Günaydın.
-Günaydın diye cevapladı.neşeli bir ses tonuyla.
- Ne çiziyorsun ?
-Bizi.Bak bu sen. Bu ben. Bu da rüzgar.
- Çok güzel olmuş bitirdikten sonra duvara asalım.
- Olur.
Ema çok umut dolu bir çocuktu. Bu da bana yaşamanın önemini hatırlatıyordu. Her şeye iyi yönünden bakar,Güler yüzü asla eksik olmazdı.
-Çantan hazır mı ?
-Evet.
-Tamam o zaman beş dakikaya çıkalım.
Aceleyle kahvaltımızı yaptıktan sonra dışarı çıktık.
Hava gayet güzeldi. Ne üşütüyor,ne de çok sıcaktı.
Ahıra gidip Rüzgarın başını okşadım. Selam verircesine homurdandı. Onu çözdüm ve dışarı çıkardım.
-Ema !! Hadi gidelim.
-Geliyorum.
Elimi aşağıya doğru tuttum ve atlamasını sağladım. Arkasından bende atladım. Yola koyulduk.
Biz bir kasabada yaşıyorduk. En fazla yüz kişi ya vardı,ya yoktu. Herkes herkesi tanırdı. Okula geldiğimizde Klasik bir pazartesi sendromu hakimdi. Herkes suratsız ve isteksiz gözüküyordu. Bizim gibi.
Rüzgarı en sevdiği yeşilliklerin oraya bağladıktan sonra sınıfa doğru yöneldik.
-Dersin bitince rüzgarın yanına git tamam mı ?
-Tamam.
Başını okşadım ve omzuna yola koyulması için dokundum. Koşa koşa sınıfa yöneldi bir süre sonra da gözden kayboldu.
Sınıfa doğru yürürken okulun genel bilgilendirme panosunda bir bilgilendirme görmüştüm.
Sayın dünyalılar savunmacı olmak isteyen bütün bireyler yaşa bakılmaksızın erken kayıt yaptırabilir. Başvurmak için müdürün ofisine gidebilirsiniz.
Bu neden di ki ? savaşta değildik sonuçta. Her şey sakindi.
Sınıfa girdim. Her zamanki yerime oturdum. Sınıf kendi arasında konuşmaya başlamıştı bile. Savunmacı olacağını söyleyenler hamleler gösteriyor. En iyisinin kendileri olacağı hakkında iddialara tutuşuyorlardı. Onların zırvaları öğrenmenin sınıfa girmesiyle sona erdi.
-Günaydın. Bildiğiniz gibi okulda büyük bir haber var. Sizler idareciler olarak bir yol çizdiniz. Fakat bölüm değiştirme isteğinde bulunanlar reddedilmeyecek isteyenler şimdi Müdür ofisine gidebilir.
Sınıfta on saniyeliğine bir sessizlik oluştu ve neredeyse sınıfın hepsi kalktı. Sadece üç kişi kalmıştık. Öğretmen tahmin edermişçesine gülümsedi ve yerine oturdu.
-Siz neden gitmediniz ?
Bana bakarak sorduğu için ilk yanıtı benim vermem gerekti.
- Neden gideyim ki ? Salonlarda çalışmak çok daha iyidir bence.
- Katılıyorum.
Diğerlerininde cevabı benimkiyle neredeyse aynıydı.
Ders bittikten sonra rüzgarın yanına doğru yöneldim. Ema çoktan rüzgarın yanına varmış. Onu okşuyordu.
- Selam
- Abla neredesin yirmi dakika oldu.
- Ders bitmedi tatlım üzgünüm.
- Duydun mu ? Belki...
- Bunu daha önce konuşmuştuk Ema. Hayır. Ses tonum gayet sert ve kararlıydı.
- Ama ben bunu istiyorum.
- Senin kararlarına saygı duyuyorum Ema. Ne zaman bir şey yapsak hep fikrini alırım ama bu sefer benim dediğim olmak zorunda tamam mı ? Seni sınırlarda süründürmeyeceğim.
Ema üzgün bir şekilde tamam diye yanıtladı.
Eve doğru yola koyulduk.
Yolda giderken markete uğramamız gerekiyordu. Ancak yeteri kadar paramız kalmamıştı.
Bizi tanıyan marketçi her zaman yardımcı oluyordu. Zaten ihtiyacımız olan şeyleri aldığımızdan bize acıyor ses etmiyordu. Yiyecek bir şeyler aldıktan sonra ata doğru yöneldim. Gökyüzü kararmıştı. Sabah gayet güzel gözüken bir hava vardı.
Bu patlamalar olduktan sonra iklim çok değişmiş.
Sıcaklıklar artmış, kışlar soğumuş. Yağmur başlayacak gibi bir hava vardı. Bende geç kalmamak adına hızlıca geri döndüm. Atladım ve yola koyulduk. Nedendir bilmem havada gerginlik vardı.
Düşüncelerle birlikte ilerlerken bir anda bir patlamayla irkildik. Rüzgar şaha kalktı ve ikimizde düştük. Arkasına bile bakmadan koştu,koştu ve gözden kayboldu. Öfkeliydim ama daha önce düşünmem gereken daha ciddi konular vardı.
Hemen ayaklandım ve Ema'yı tutup kaldırdım.
-Koş Ema !!!
Şimşekler o kadar çoktu ki sürekli beyaz ışıklar gözlerimizde patlıyordu. Düştüğü yeri yakıyor patlamalara sebep oluyordu. Ema önden ben arkasından koşturmaya devam ediyorduk.
- Ema !! Eve koş ne olursa olsun.
Tedirgin bir şekilde başını salladı.
Arkasından bende koşuyordum. Ardından gözlerimde bir ışık süzmesi yayıldı. Her taraf bembeyaz gözüküyordu. Yere yığıldım. Ne olmuştu ölmüş müydüm ? Bu kadar kolay mıydı ?
Kulaklarım çınlıyor Etraftaki sesler uğultulu geliyordu. Sağ bacağımda dinmek bilmeyen bir yanma hissi oluşmuştu. Afallayıp kendime birazda olsa gelmemin ardından beni tutmaya çalışan bir kolun olduğunu farkettim. Ses gittikçe daha net duyulmaya başladı.
- Abla ! Abla !
Gözümdeki bulanıklıkta gidince Ema olduğunu anladım. Kendimi toparladım ve tekrardan ayağa kalktım. Eve doğru koşmaya başladık. Başım dönüyor ayaklarım gitmek istemiyordu ama gitmek zorundaydık.
Evi görür görmez içim rahatlamıştı. Koşar adımlarla kapıya dayandık. Kapıyı açtım ve içeri daldık.
Nefes nefese kalmıştık.
Bu başımıza ilk defa gelmemişti. Yıllardır süre gelen iklim olayları böyle afetleri de beraberinde getirmişti. Dünya buna bir çözüm bulamıyordu. Her yıl binlerce insanın ölümüne sebep oluyordu. Tsunamiler,şimşekler,sel,hortum her türlü afet başımızdan geçmişti. Alışkındık ama korkuyorduk elbette..
olayın sıcaklığından bacağımı farketmemiştim. Ema'yı kontrol etmek için ayaklanmaya çalıştığım an sol ayağımı boşa atmam bir oldu. Öyle acımıştı ki yere acıyla yığıldım. Bacağımı unutmuştum. Tekrar baktığımda durumu çok iç açıcı görünmüyordu. Kıpkırmızı ve oldukça kanlıydı.
-Ema ecza dolabındaki kremi ve sargıyı getir. Diye haykırdım.
Hiçbir şey söylemeden dolaba doğru koştu ve kremi bir çırpıda bana ulaştırdı.
Kapağını açıp hemen sürdüm. Soğuk krem o kadar güzel gelmişti ki anlatamam. Ardından sargıyı bacağıma doladım. Bir nebze iyi hissettim o anlık ama dinlenmem gerektiği aşikardı.
-Ema. İyisin değil mi ?
-Evet ben iyiyim hiçbir şeyim yok. Sen ?
-Olacağım güzelim.
Yerden ağır adımlarla kalkıp yatağa doğru yöneldim. Rüzgarı kaybetmiştik. Yarın aramak daha mantıklıydı. Zaten bu bacakla nereye gidecektimki...
Yatağa uzandım. Bugünün geçmesi dışında hiçbir şey istemiyordum gözlerimi kapadım...