Her zaman ki gibi hayatın bana çelme taktığı yerden başlıyordum yeni bir güne. Bu gün de ne babamın beni uyandırmak için kadifemsi sesi vardı, ne de annemin yumurta yaptığı kokusundan belli olan ev. Bu gün de yarın olacağı gibi aptal bir alarm sesi ve her ay değişen hizmetli ve hizmetli yemekleri vardı. Yalnız olmaktan nefret ediyorum. Her gün annesinin elini tutup yürüyen minik kız çocuklarından nefret ediyorum. Beni olduğumdan da yalnız kılıyorlar. Sevdiğim herkesi kaybettiğim gibi, sevdiğim tüm güzel duyguları da kaybetmiştim. Bu da hayatın bana attığı bir kazıktı.
Üzerimdeki hayatım kadar kara bir pijama ile kahvaltı masasına indim. Adını bile bilmediğim hizmetli beni başıyla selamladı. Biliyordu benimle konuşmaması gerektiğini.İyi para veriyordum kıza. Kendimi böyle cezalandırıyorum. Yalnızlığıma yalnızlık katarak... Kahvaltı masasına baktığımda her şey tamamdı, annem ve babam dışında. Aslında onları andıkça kalbime saplanmış hançer oynuyordu ve kendini belli edecek şekilde bir sızı bırakıyordu. Onları unutmuyorum tamam ama yok olduklarına da alışamıyordum. Acım ne eksiliyor ne de alıştırıyordu kendini. Her zaman olduğu gibi hatırladığım güzel anılar bu kahvaltıyı da zehir etmişti. Oturduğum büyük masadan kalkıp odama yol aldım. Üstüme siyah bir kot pantolon ve siyah bir kazak geçirdim. Her zamankinden farklı olarak (!). Çantamı hazırlamış olan hizmetlimden çantamı alıp evden ayrıldım. Derslerim hiç olmayacak kadar güzeldi. Sınavlarda babamı hatırlayarak okuduğum bütün soruları kağıda yanlış bir şekilde döküyordum o kadar. Babamın kitap okurken yanlış söylediğim kelimelere kızmasını özlüyordum belki de. Zaten kimse aldırış etmiyordu bu durumuma. Nasıl olsa okula parayı zamanında veriyordum. Koca evin kapısından çıkıp arabaya bindim. Yeni şoförüm de arabada yerini aldıktan sonra yola koyulmuştuk. Dışarıdan havaya baktığımda üstümüzde kara bulutlar geziniyordu bu yağmurun yağacağına işaretti. Ben hiç sorunum yokmuş gibi birde havaya takmıştım kafamı.
Her zaman olduğu gibi gelmiştik okula. Babamın kesin emriydi bu annem ve annem gibiler gibi koca parası yememek ve kendi ayaklarımın üstünde durabilme için okumalıydım ve bu yüzden babama söz vermiştim okuyup iş sahibi olmak için. Babamdan kalan tek manevi değer bu vardı elimde. Onu da unutmaya veya onu çiğnemeye hiç niyetim yoktu. Şoför bey kapımı açmak için bir hamlede bulunmuştu. Bu hareketinden dolayı zaten kendine bir iş bulmalıydı. Böyle hareketleri hak edecek bir yaşantıya sahip değildim. Bu yaşantıyı ben değil benim babam hak ediyordu. Gözlerim okulda kız arkadaşımı aradı bir an. Yaşamayı özlediğim gibi, onu da özlemiştim. Doğruyu söylemek gerekirse küsmüş olduğum hayata onunla alışabilmiştim. O da bana lanetli olduğumu kanıtlamıştı. Ona gitme diyememiştim. Çünkü ailesinden koparamazdım onu. Benim koptuğum gibi kopamaz acı çekemezdi o. Zaten benimle kalırsa lanetime karşı koyamaz ve o da bu dünyadan erken bir şekilde göç ederdi. Bende gidememiştim bu şehirden. Yoksa ölümüme kadar sürecek yasımı devam ettiremezdim. Düşüncelerimden ayrılmak için birkaç kere kafamı salladım. Hayatın her zamanki halleriydi işte. Yine küsmem için elinden geleni yapıyordu benim için. Düşüncelerimden ayrıldığım zaman bahçede tek başıma dikildiğimi anlamıştım. Yavaş fakat temkinli adımlarla kimseye değmeden sınıfa girmeye çalışıyordum. Sakar olduğumdan değil bu yaptığım. İnsanları kendi lanetimden uzak tutmak ve aileleriyle daha uzun bir zaman geçirmelerini istememdi. Benim yaşayamadığım hayatı onların mutluluk ile geçmesini istiyordum. Okulun lüks ve o kadar kalabalık koridorunda yalnız başıma sınıfa giriyordum. Sınıfta kendim gibi yalnız sırama oturdum. Bu sıra bile benim hayatımı yansıtıyordu. Üzerinde tek bir çizik dahi yoktu, oda yalnızdı benim gibi. Kapının açılması ile gözüm kaydı bir an. İçeriye yeni olduğunu tahmin ettiğim bir öğretmen girdi. Altında bir kalem etek , gömlek ve gözlükleriyle sözel bir dersin öğretmeni olduğunu düşündürdü bana. Yüzündeki yıllardan dolayı oluşan şekilsiz çizgiler de hayatı andırıyordu, hayatın kazıklarını. Öğretmen bende hiç olmayan bir gülümseme ile sınıfa girdi. Her günün aksine sadece öğretmenin topuk sesleri yankılandı sınıfta. Hiç kimsenin öğretmeni tanımadığı bu sessizlikten belliydi. Öğretmen dikkatlerin üstünde olduğunu bile bile daha çok dikkat için boğazını temizledi. Herkes ile tek tek göz teması kurduktan sonra sıra bana da geldi. Gözlerimi hocadan hiç ayırmadan hocanın gözlerine bakıyordum. Gözleri içinde bir zindan varmışçasına simsiyah çekiyordu beni. Bir anda gözlerinin odağı değişmişti ve sınıfta bir ses yankılanmıştı kadından. ''Ben Selma Kurt. Yeni tarih öğretmeninizim. İlk önce sizin sorularınızı cevapladıktan sonra , siz de benimkileri cevaplayın.'' Dedi dominant olduğunu düşündüğüm bir sesle. Kadında beni çeken bir şeyler vardı. Sanki o siyah gözlerden hayatını kararttığı yerlerden biriydi de herkese o siyahlıktan bahşediyordu sanki. Neydi bu siyahlık? Neydi bu kadını siyahlatan tecrübe? Bunları sormak istiyordum kadına. Ama ya cesaretim yoktu ya da kadını daha fazla siyahlatmak istemiyordum sanki. Aniden bana döndü kadın, '' Senin bir sorun yok mu tatlı kız?'' diye tatlı bir sesle sorması o siyahlıkların hayal dünyamın olmasını düşündürdü bir an. Nasıl tatlı sesli bir kadının acı çeken gözleri olur? Hala bir şeyler söylemediğim için bana yalın bir tebessümle bakan kadın tekrar o ince dudaklarını oynattı '' Sorun yok demek ki. Ama gözlerinden adeta soru işareti yansıyordu ama sen bilirsin.'' Dedikten sonra sınıfın havası değişmişti. O siyahla bulaşmış karamsar hava yerini bana uzak olan havaya bürümüştü. Mutlu bir havaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Mezarlığı
Literatura FemininaHayatınızda güvenli kıyılara tutunup kalmak, korkularınıza hapsolmayı seçmekten başka bir şey değildir. Kapalı kutuya dönmüş bir hayat yaşarken, özgür olduğunuzu zannedebilirsiniz ama inanın bana bu yalnızca bir hayaldir. Kendine söylediğin bir yala...