ELVEDA MASUMİYET

9 3 0
                                    

Tak, tak, tak bir saniye içerisinde gerçekleşen bu ses, sanki benim için saatler sürmüştü. Bu kısacık ses zihnimin duvarları arasında sekip, yankılanıp duruyordu.
Arya içeri girmişti ve ben hayatta ki bütün seslerden soyutlanmış dikkat kesilmiştim, sadece ve sadece içeriyi dinliyordum. Hayatımda etmediğim kadar dua ediyor, hayatımda tanrının varlığına inanmadığım kadar inanıyor, yalvarıyordum.
"Müdür bey, be-ben hiç bir şey söylemedim, anlatmadım polislere aa-ama eğer bir daha bana yaklaşır, elinizi sürerseniz her şeyi anlatırım, sizi şikayet ederim." Dudak altı o pis gülümseme, kendini bir bok zannetme hissi kaplamıştı içini Müdür Emre'nin, büyük bir haz alıyordu karşısındaki kızın hallerinden... "Kızım polislere söylenecek, şikayet edilecek ne var ki? Sen küçük bir kriz geçirdin, fenalaştın bende müdürün olarak üzerime düşeni yaptım, seni hastaneye sevk ettirdim." Sanki her şey Arya'nın hayal dünyasında gerçekleşmiş gibi bir tavır takınıyordu, sanki böyle davranarak kendisini aklıyordu...
Koltuğundan kalkıp adım, adım yaklaştı masumiyetin vücut bulmuş haline, pis ellerini saçlarına götürdü... "Yoksa benim bilmediğim bir şeyler mi oldu kızım?" Ellerini, o pis ellerini Arya'nın saçına doladı ve aşağı çekti. "Ha kızım duyamadım, cevap versene, ne oldu ki şikayet edilecek?" Arya'nın korkudan nutku tutulmuş sesi çıkmıyordu...
Müdür boşta kalan elini Arya'nın beline götürdü ve o an Arya'nın dudakları aralandı... "Aras, Araaaas..." Dünyada ki tüm megafonlar ve hoparlörden yankılanıyordu sanki bu ses, evren bu sesi yıldızlardan yıldızlara taşıyordu sanki.
Kapıyı o kadar hızlı açıp içeri daldım ki... "Lan, lan çek lan o pis ellerini..." Akıl sağlığını yitirmiş bir vahşi hayvan gibi atıldım üzerine, altımda neye uğradığını şaşırmış boş gözlerle bakıyordu... "Seni müjdeleyen ebenin soyunu sopunu amını damını ceddini sikerim orospu çocuğu..."
Kendimi tamamen kaybetmiştim ve kontrolsüz şekilde yumruklarımı sağlı sollu sallayıp, küfürler yağdırıyordum...
Ağzından, burnundan akan kanlar beni tatmin etmiyor aksine dahada şevklendiriyordu. Yumruklarımın ardı arkası kesilmiyor, hızla vurmaya devam ediyordum, ta ki Arya'nın sesini duyana kadar... "Yeter, yeter Araaaas." Göz yaşlarını tutamamış korku içerisinde ağlıyordu Arya.
"Aras nolur dur artık, yeter." Narin elleri omuzlarım da beni Emre'nin üzerinden çekmeye çalışıyordu. "Tamam, tamam sakinim Arya bıraktım tamam..." Kanlı ellerim Arya'nın yanaklarını sarmış teselli ediyordum. Ayağa kalktım ve müdüre döndüm... "Bana bak bok çuvalı eğer bir kez daha olsun o ellerini, o pis ellerini Arya'nın üzerinde çevresinde görürsem, o gözlerini bu kızın üstünde hissedersem, gözün bu kızın tenine değerse, aklından, zihninin pis odalarından birinde bu kızın gölgesi geçerse sana yemin ediyorum, var olan ve olmayan bütün tanrılar şahidim olsun ki, sana yapacaklarım dünya üzerinde gelmiş, geçmiş hiç bir canlanın başına gelmiş olanlardan daha beter olur. Anladın mı lan beni? Ha anladın mı lan?" Sözlerim nefret doluyken, kan bürümüş gözlerimi yerde yüzü, gözü kan içinde kalmış, kıvranan müdüre dikmiştim... "Bunun, bunun hesabını vereceksin velet, vereceksin" Yediği dayak yetmemiş ki yerde o haldeyken bile ahkam kesiyordu...
Arya ile birlikte odadan çıktık ve kazan dairesine indik.
"Arya, iyisin dimi? İyisin? Yetiştim dimi? Sana bir şey yapamadan yetiştim dimi?" Ardı arkası kesilmiyordu sorularımın... "Aras tamam, tamam sakin ol hiç bir şey yapmadı, sen vaktinde yetiştin..." Sözlerini tamamlarken gözlerinin içi parlıyordu, sözümü tutmuş olmamın mutluluğunu yaşıyordu. "Ohh be oh rahatladım, nasıl dümdüz ettim ama suratını ha yer misin, yemez misin? Patates çuvalına döndü yavşak, gördün dimi? Ben bu sözleri söylerken, gözlerinde ki mutluluk birer kuş misali uçup gitmişti ve arkasında korkuyu bırakmıştı...
"Onu çok kızdırdı ama duydun dimi? Hesabını vereceksin dedi, ya ya sana bir şey yaparsa? Sana bir şey olmasın Aras, lütfen kendine dikkat et." İncecik kolları ile beni sarıp sarmaladı, bende onu sardım, kokusunu ciğerlerime doldurdum, başını okşadım ve saçlarının üstünden öptüm onu... "Merak etme, merak etme o bana hiç bir şey yapamaz..." Evet öfkeliyim, sinirliyim ama gerçekten bana bir şey yapamaz mıydı? Müdür gerçekten pislik birisiydi ve tek pisliği yetimhanede ki kızları taciz etmek değildi, karanlık bir tarafı ve karanlık bağlantıları olan bir adamdı o.
"Hadi şimdi güzelim, yukarı çıkalım, yıkanalım, yatalım ve iyice dinlenelim. Tamam mı?" Susuyordu, konuşmuyordu sadece beni onaylar şekilde başını aşağı yukarı sallamakla yetindi... Aradan bir kaç saat geçmişti, akrep 22'yi gösterirken yelkovan 40'ı kovalıyordu... Işıkların sönmesine son 20 dakika kalmıştı ve benim aklımda planlar dönüp duruyordu. Bu gece yetimhanenin arkasında ki tellerden dışarı çıkacaktım, en nihayetinde planlarımı gerçekleştirmek için bir işe, gelir kaynağına ihtiyacım vardı.
Yetimhanenin arkasında, eski öğrencilerin tellerin altından kazdığı üstü örtülü iyi bir çukur vardı, işte bende oradan kaçacaktım. Saat 23:05'ti ışıklar sönmüş koridorlarda sessizlik hüküm sürüyordu. Kalktım ve üstümü giyinip yola koyuldum, kimseye yakalanmadan arka tarafa geçip, buradan çıkmam gerekiyordu. Sessizce ilerlemeye devam ediyorken, hademenin sesiyle irkildim... "Hey kim var orada? Evladım kimsin sen?" Düşün, düşün çabuk bir bahane uydur... "Aman diyim abi tutma beni, motoru fena bozmuşum altıma ha kaçırdım, ha kaçırıcam." Koridorlar karanlık ve aramızda mesafe olduğu için beni tam olarak seçemiyordu ve üzerimde montumun olduğunu fark etmemişti. "Tamam evladım, tamam git işini gör sonra doğru yatağa hadi çocuğum." Kandırmayı başarmıştım, sadece kısa süreli olarak tuvalette oyalanmam gerekti.
Başımın birazını çıkartıp sağı solu kestim, daha dikkatli olmam gerektiğinin farkına varmıştım. Gece ışıklar söndükten sonra hademeler, koridorları gezip herkesin yataklarında olduğundan emin olmak için gezdiğini unutmuştum. Hızlı adımlarla ilerken telleri artık görebiliyordum ve evet çukurun başına gelmiştim, arkama son kez bakıp birinin beni izleyip izlemediğini kontrol ettikten sonra eğildim ve saklı olan çukuru aradım.
Çukuru bulduktan sonra hemen sürünerek, tellerin öbür tarafına geçmeyi başarmıştım.  Buradan sonraki ilk durağım belliydi, Abdullah abinin yanına gidecektim.
Abdullah abi, tefeci ve merdiven altı bahis oynatan, kumarhane salonu olan birisiydi. İki sene önce çok samimi olduğum bir arkadaşım, 18 yaşını doldurmuş ve yetimhaneden ayrılmıştı. Ayrılmadan hemen önce vedalaşırken, sormuştum ona... "Ömer, kardeşim kendine iyi bak unutma beni." Tebessüm edip cevabını geciktirmeden vermişti Ömer... "Unutur muyum lan seni serseri? Asıl sen beni unutma, ben buradan Abdullah abinin yanına gidecem, benim orada işimde hazır, yatacak yerimde." Ömer bana bunları söyledikten sonra ben bir kaç kere yanına gidip, Abdullah abi ile tanışmıştım.
"Abiler selâm, ben Aras. Ömer içeride mi?" Abdullah abinin mekanına gelmiştim yazıhanenin önünde bekleyen iki koruma beni tanıyordu ve hangi Ömer'den bahsettiği mi biliyorlardı. "Kardeş Ömer burada yok. Eğer onu bulmak istiyorsan, buradan çok, çok uzaklara gitmen lazım." Birden bire neye uğradığımı şaşırmıştım, gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Korumalardan daha iri olanı söze girdi... "Lan at kafası, korkutmasana çocuğu, söylesene adam akıllı.
Kardeş, Ömer Kıbrıs'a gitti orada askerlik yapıyor bu çam yarmasıda daha konuşmayı öğrenemediği için, doğru kelimeleri seçip anlatamadı sana." Korumalardan iri kıyım olanı, sözlerini bitirirken bana Ömer'in uzaklara gittiğini söyleyen, baya bozulmuştu kendisini dalgayla karışık aşağılayan sözler karşısında... "Abi Allah canını almasın ya, bende Ömer'e bir şey oldu sandım. Ama bak sen şu şerefsize ya hiçte haber vermedi bana. Ne kadar oldu abi gideli?"
Yine korumalardan iri olanı cevap verdi. "Kardeş çok ani oldu zaten, tecili vardı okuyorum ayağına gitmemişti.
Fakat son icraatı biraz başına bela oldu. Ömer de buralardan uzaklaşmak için tecili bozup gitti, iki ay falan oldu gideli." Korumanın bu sözü ile kafamda soru işaretleri türemişti. Son icraatı bela oldu da ne demekti? Ne yapmıştı ki Ömer, böyle birden bire kaçmasına sebep olacak?
Aklımda ki soruları bir kenara bırakıp tekrar söz girdim...
"Anladım abi. Peki Abdullah abi içeride mi? Ben aslında ona gelmiştim, gelmişken bizimkini de bir sorayım demiştim."
Korumalar başka söz etmeden elleri ile içeriyi işaret etmişti, bu sanırım evet demekti. İçeri girdim ve beni çaycı karşıladı.
"Buyur gözüm, kime bakmıştın?" Çaycı bana sorusunu sorarken baştan aşağıya süzmüştü beni. " Abi ben Abdullah abiye bakmıştım, nerede acaba?" Dudaklarını büzmüş meraklı gözlerle beni inceliyordu... "De bakayım sen bana, Abdullah abi ile ne işin ola ki onu arıyorsun?” Sanane be adam yerini biliyorsan söyle işte, tıpkı mahalle aralarında ki dedikoducu ihtiyarlar gibiydi, canımı sıkmaya başlamıştı...
"Ben Abdullah abinin kardeşi sayılırım abi, küçük bir işim düştü kendisine, eğer buradaysa yerini söyler misin? Benim onu hemen görmem gerekiyor." Biraz daha soru sorarsa, sinirlenip saldıracaktım üzerine çaycının. "He dur bakayım, sorayım müsait mi? Sen adını de bakayım bana, soracak elbet kim o gelen diye." Sonunda istediğim şeyleri duymaya başlamıştım... "Aras, Ömer'in arkadaşı Aras dersen tanır abi." Yine süzdü beni, baştan aşağı. "Ben Abdullah abinin Aras adında bir kardeşi olduğunu bilmiyordum, neyse soralım bakalım. Geç şu köşede otur bekle." Sonunda arkasını dönüp az ileride ki merdivenlerden aşağıya inip, beni rahat bırakmıştı. Aradan çok geçmedi ki tekrar yukarıya çıkıp bana seslendi... "Aras, yeğenim gel hele." Sabrım tükenmek üzereyken gelmişti, alel acele yerimden kalkıp yanına gittim. "Eee, aşağıda mı Abdullah abi?" Tekrar gözlerime bakıp cevap verdi soruma... "Aman, sende ne kadar çok soru soruyorsun öyle." Gerçekten bir kaç dakika içinde beni, soru bombardımanına tutan adam mı söylüyordu bunu? Daha fazla karşılık vermeden beni Abdullah abiye götürmesini bekledim ve birlikte merdivenlerden aşağıya inmeye başladık, basamakları birer birer inerken kulağıma sesler gelmeye başlamıştı...
"Lan, lan ben yolunacak tavuk muyum lan? Ha bak bak suratıma bak!" Sözlerin ardından inen o yumruğun sesi, sanırım bu duyduğum sesin ardından bir kaç kemik kırılmıştı...
"Abi, abi kulun köpeğin olayım abi, bokunu yerim abi affet acı bana. Yemin olsun abi bir daha gelmem abi, Allah hakkı için bana a..." Daha sözü bitmeden bir yumruk daha, bunu görmüştüm tam çenesine inmişti bu yumruk.
Abdullah abi zebellah gibi adamdı, gerçekten epey iri kıyım ve kaslı birisiydi onu gören sadece görüntüsünden bile korkabilirdi.
Karşısında ki zavallı ise, kumarhanede hile yapmış ve yakalanmıştı, yazık adama hayatında yaptığı son hata olabilirdi yakalanmak. "Lan, lan olum sen kafayı mı yedin, yürek mi yedin yoksa ha? Sen kimsin ki Barbut Abdullah'ın mekanında hile yapacaksın ha? Nereden geliyor lan bu cesaret?" İşte arka arkaya gelen yumruk kombinasyonları ile zavallı adam kan kusmuştu, döve döve öldürüyordu adamı resmen. Anladığım kadarıyla Abdullah abi, adamın kaburgalarını kırmıştı. "Alın bunu götürün, bir çöplüğe bırakın." İşini bitirmişti resmen adamın, omuzunda ki havluyla ellerini temizleyip arkasını döndü, masasında ki viskisinden bir yudum alıp kafasını bana doğru çevirdi...
"Ooo kardeşim benim kimleri görüyorum, gel yanıma gel, hoş geldin." Beni böyle sıcak karşılaması hoşuma gitmişti ama garipsemiştim, sıcak kanlıydı hep evet ama bu ilkti, ilk defa beni bu kadar samimi karşılamıştı. "Hoş buldum abi. Nasılsın, iyi misin?" Viskisinden bir yudum daha alıp koltuğuna oturdu ve banada yer gösterdi. " Nasıl olayım be kardeşim, görüyorsun itle kopukla uğraşıp duruyoruz." Yerime oturmuş onu izliyordum, o an tüm sorunlarımın tek çözümü gibi geliyordu bana Abdullah abi... "Valla abi ne diyeyim ki, seninde işin çok zor..." Söze nasıl gireceğimi bilemiyordum, aslında çekiniyordum aslında bu adamdan.
"Öyle kardeşim öyle, ben burada kaç adama ekmek veriyorum, insanların kazanması için türlü türlü yollar buluyorum ama arada böyle kancıklar çıkıyor, hakkına girip ekmeğine el uzatıyor adamlarımın." Vay amına koyayım sanırsın yaptığı işte iş ha... "Ellerin dert görmesin abi, gördüm gerçi sonuna yetiştim ama olsun." Yağlayıp, paklamak gerek, sonuçta bende adamdan iş istemeye gelmiştim...
"Öyle öyle, sağolasın kardeşim. Eee söyle bakalım seni hangi rüzgar attı buraya, eğer Ömer'e geldiysen o askerde."
Sanırım artık vakti gelmişti, daha fazla lafı uzatmadan çıktı o sözler ağzımdan... "Abi bana para lazım, çok para lazım hemde o yüzden senden iş istemeye geldim." Sözlerimin ardından tek kaşını kaldırıp, gözlerini dikti bana. Üzerime bir ağırlık çökmüş gibi hissediyordum. "Kardeşim bak bu huyunu taktir ettim, para lazım dediğin anda benden isteyeceksin sandım. Bak yanlış anlama istesen yine veririm yerin bizde ayrı. Ömer kardeşimizin emaneti sayılırsın bize ama bileğinin hakkı ile para kazanmayı isteyip iş istemen, seni benim gözümde daha yukarılara taşıdı. Aferin lan sana." Ya bi siktir git, iş istediğimi duyunca gözlerinin içi parladı. Kendisine yeni bir fedai bulmuş olmanın zevkini yaşıyordu resmen. "Sağol abi sağol, belli bir miktar üç, beş kuruş para olsaydı dediğin gibi, isterdim belki ama bana çok para lazım." Koltuğunda biraz doğruldu ve bana doğru eğildi... "Ee sen reşit oldun her halde çıktın mı yetimhaneden?" O an bi durdum düşündüm, acaba hayır desem beni geri mi çevirecekti? Ama yalanda söylersem olmazdı ki, gün içinde Arya'nın yanında olmam gerekiyordu. "Hayır abi daha bir yıl var ama benimde işe ihtiyacım var. Geceleri böyle çıkar çıkar gelirim yanına, ne iş verirsen yaparım abi." Sözlerimden sonra sakallarını sıvazlayıp koltuğuna yaslanmıştı. "Anladım kardeşim anladım. Ne iş olsa yaparım diyorsun öyle mi?" Şu sorusuyla anlaşılıyordu aslında bana vereceği işlerin pis ve kirli işler olduğu gerçi benimki de laf, böyle bir adamın yanında muhasebeci olacak değildim ya. "Aynen abi, ne iş olursa yaparım, vur dersen vururum, kır dersen kırarım abi." Sözlerim ve cesaretim hoşuna gitmişti... "Heyt aslanım benim, iyi diyorsun, hoş diyorsun da kusura bakma kardeşim. Ben böyle asarım, keserim diyeni çok gördüm." Yüzüm düşmüştü, beni geri çevirecek diyordum içimden.
Göğüsünü iyice şişirdi ciğerlerine doldurduğu nefesle... "İlhan, oğlum geri getirin o iti." Gözlerini bana çevirip devam etti... "Bak şimdi kardeşim, seni Ömer'den bilirim, Ömer'den tanırım. Severim de seni delikanlı gençsin.
Ama bizim işleri bilirsin, biraz yaramaz adamlarız, biraz yasa dışı çalışırız işte o yüzden herkesi içimize almayız.
Güven şart, benimde sana güvenmem için şimdi bir şey yapman gerekiyor." Tekrar zihnimi kaplamıştı soru işaretleri, ben ne yapacağımı benden güvenmesi için ne isteyeceğini düşünürken ayağa kalktı. Beni yanına çağırdı ve az önce ki odaya doğru ilerlemeye başladık.
"Aras kardeş, bu lavuk senin kısmetin. Normalde bir çöplüğe atacaktık, çok değil en fazla bir saat içinde zaten ölecek. Ama madem sen benden iş istiyorsun..." Sözlerine devam ederken belinden silahını çıkardı, namluya mermi sürdü ve bana uzattı... " ... bu adamı sen öldüreceksin, öldüreceksin ki ben sana güveneyim." Silahı elime tutuşturdu, ben bir silaha bir de karşımda duran, ağzı yüzü kanlar içinde olan adama bakıyordum... "Eee hadi kardeş." Dedi Abdullah abi, ben o an sanki donmuştum, hareket edemiyordum resmen. "Şi-şimdi ben bu adamı mı öldüreyim abi?" Dedim titrek bir sesle... "Evet kardeşim, benden iş istiyorsan bu adamı indireceksin..." Evet kesinlikle adamı vurmamı istiyordu. Silahı kaldırdım ve adama doğrulttum, öyle kala kaldım bildiğin. Hadi, hadi sesleri kulağımda yankılanıyordu. Bas tetiğe olsun bitsin diyordu bana, ben tek kelime etmiyor karşımda ölmek üzere olan, öldürmem gereken adamı izliyordum...
O an Arya'yı düşündüm ve müdürü, ona hak ettiği cezayı verebilmek için paraya ihtiyacım vardı. Temiz bir işe girip kazanacağım parada asla bunun için yeteli olmayacaktı.
Bir süre daha öyle durup papatyamı düşünürken, yazıhanenin deposu ateşlediğim silahın sesiyle yankılandı...
"Aslanım benim be, bir an korktun yapmayacaksın sandımm haa, ne yalan söyleyeyim bu çocuk bu işi yapamaz dedim kusura bakma." Zevk alıyordu benim o halimden. Ben ne yapmıştım? Evet, evet az önce bir adamın canını almıştım. Kesinlikle ağızdan çıkan sözler kadar basit değilmiş bir insan canı almak. Ama ben öldürmesem bile zaten kısa süre içinde ölecekti, ben aslında acısına son vermiş değil miydim? Yoksa bu sadece vicdanımı rahatlatma çabam mıydı? Ben derin düşüncelere dalmışken, beni kendime Abdullah abinin sesi getirdi.
"Gel koçum gel." Masasının başına geri dönmüştü fark etmemiştim bunu. Ağır adımlarla yanına gittim bana tekrar oturacak yer gösterdi. "Oo-oldu mu abi? İş verecek misin bana?" Konuşmakta zorluk çekiyordum... "İlk seferindi her halde? Benimki de soru ha, her halinden belli oluyor." Sözlerinden sonra gülmeye başlamıştı, güldükten sonra sözlerine devam etti... "Neyse, evet kardeşim aldın işi ama her işin, böyle armut piş ağzıma olmayacak. Bunu bir nevi güven testi sayalım ama bunun içinde paranı alacaksın." Sözünü bitirmesi ile çekmecesinden bir tomar para çıkardı ve önüme attı. Önce Abdullah abiye sonra paraya baktım, gerçekten çok para vardı önüme attığı tomarda...
Parayı izlerken düşündüm, ilk adımımı atmıştım karanlık tarafa, artık ben ben değildim. Peki ya Arya o beni bu yeni beni sevecek miydi? Ya ben, alışacak mıydım bu yeni bene?
Ellerim paraya uzanırken, içimde usul usul kopan parçayı hissedebiliyordum... Neydi bu? Neydi bu benden eksilen? Evet, evet anladım bu, bu benden eksilen şey masumiyetimdi... Ben artık masum değildim.
Elveda masumiyetim, elveda...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 14, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KIRMIZI ŞEHVETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin