Düşman

52 2 0
                                    

        Kimileri pek inanmasa da Türk milleti ortaasyadaki atalarından çok iz taşıyor.Buna günlük hayatta birçok örnek var.Örneğin lüks düşkünlüğümüz ne kadar artsa da hiçbir sofistike yiyeceği ete değişmiyoruz.Hala etçiliz atalarımız gibi.Örneğin Arap kültürünün İslam'ın yanında promosyon gibi dayatılmasına rağmen kadınlarımız asırlar sonra bile kadın haklarından,eşitlikten büsbütün vazgeçmiş değil.Hala içimizde duran bir "Hatun" var,at binmese de araba kullanan,Çin'le barış antlaşması imzalamasa da iş hayatında yer alan,güçlü kadınlarız.Bir diğer örneğimiz de toplum ve devlet anlayışımız.

Ortaasyadaki atalarımız coğrafi koşullar,iklimsel güçlükler ve diğer topluluklarla daima mücadele halindeydi.Tarım toplumlarının da topraklarının işgal edilmesi yönünde riski vardır.Fakat bu o çağlardan çok sonra,nüfus artıp topraklar yetersiz kaldığında ortaya çıkacak bir tehlikeydi.O dönemlerde esas tehlike avcılık-toplayıcık yapan toplumlar içindi.Halkın daima tetikte olması,çatışmaya hazır olması,rekabet duygusunun canlı tutulması gerekiyordu.İşte burada "Düşman" ihtiyacı doğuyordu.

Daima -değişse de- bir düşman şarttı.Bu düşman(lar); toplumu tetikte tutuyor,tehlike henüz ortaya çıkmamışken de hazırlık yapılmasını sağlıyor,halkın rekabet hissini kamçılayarak verimi artırıyor,topluluk içinde baş gösteren düzeni değiştirmeye yönelik en ufak hareketi "hele şu düşmanı halledelim" diye bastırarak yönetimi kolaylaştırıyordu.Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda iklim gibi etkenler karşısında çaresizlik duyumsanmıyor,sorumluların ihmali/yetersizliği gibi analizlere mahal bırakılmıyordu; düşman, aranıp da bulunamayacak bir bahaneydi.

İşte tarihten bize miras olarak kalan bu "düşman ihtiyacı" bugün komikliğe varan boyutlarda.Ne yazık ki toplumu tetikte tutma,verimi artırma gibi olumlu etkilerini yitirdi.Geriye yalnızca sorumluların hatalarını örtbas etme özelliği kaldı.Ki bunun da iyice suyu çıkarılıyor.

Peki ne oldu da (iklim gibi elimizde olmayan koşullar karşısında hissedilmesi istenmeyen) çaresizlik tersine dönüp bizi ezer geçer oldu?Bireylerin kendini yetersiz hissedip çabalamaktan vazgeçmemesi için veya mevcut koşullara uyum sağlayıp bunlarla yaşamayı öğrenmesi için kullanılan bu "düşman üretme" şimdi, bireylerin "Nasıl olsa bu düşman yenilemez ve ben ne yaparsam yapayım bu düşman karşısında anlamsız kalacak" zihniyetine yol açıyor? Bu bilinçli üretilen bir inanış mı?Bu artık düşman üretirken gerçekçilikten uzaklaşılmasının sonucu mu?(Örneğin "Tüm dünya ülkeleri birleşmiş Türkiye'nin yeni tasarladığı kanser ilacını engelliyor" teorileri)

Düşman içeriden oluyor yetmiyor,dışarıdan oluyor yetmiyor.Hepsi birbirine bağlanıyor.Safını belli etmemek diye bir tercih yok artık."Yoksa sen de mi onlardansın?" etiketine maruz kalmamak için herkes söze safını belli ederek başlıyor mecburen.Düşmanlar büyüdükçe büyüyor,karmaşıklaştıkça karmaşıklaşıyor.Bu duruma inananlar bile "Hey gidi bakın herkes bizimle uğraşıyor,demek ki ne güçlüyüz." diyeceğine, "Herkes bizimle uğraşıyor ne gücümüz var ki" diyor.Miskinleşmek, "nemelazımcılık"ta çığır açmak,sözde potansiyeli büyütüp hayata geçirilenleri "görece" büyük saymak için arayıp da bulunmayacak bir bahane "düşman".

Peki nereden biliyoruz bu düşmanların uydurma olduğunu?

Çünkü gerçek düşmanla karşılaştığımızda (yine atalarımızdan geldiği üzere) gayet gereğini yapıyoruz.Ülke işgal altında olduğunda savunuyoruz,hızla kalkındırıyoruz.Alanımızda (bilimde,sanatta,eğitimde) uzmanlaşıp önümüze engel koyulduğunda geri çekilmiyor,aksine dişimizi tırnağımıza takarak çalışıyoruz.Milli değerlerimize dil uzatıldığında susmuyor,aksine coşkuyla avazımız çıktığı kadar sahip çıkıyoruz.

Kimi zaman ise düşman,gerçek fakat görünmez: Düşman,cehalet.Düşman,tembellik.Düşman,saflık.

Benim Gözümden ÜlkemeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin