zaho, doucement.yanlızlık bahçesinde açan çiçek misali, azizce bükülmüş boynum. gün yüzü görmeyeli epey olmuş olsa gerek. gün ışınları alıyor gözümü, bir kez daha nefret ediyorum güneşten. beni pek seviyor kısıyor gözlerimi. terletiyor vücudumu olur olmadık.
engellemeye çalışıyor ellerim güneşi. pek işe yaramıyor ya yine de saçma bir çaba içinde zihnim. en azından oyalanıyor diyorum, hançer misali saplamıyor hatrıma geçmişi. denizimde boğulan güvercinlerimi hatırlatmıyor misal. kurtarma ümidiyle girdiğim suyun belime kadar ıslatıp günlerce ısınamadığımı, cansız bedenini elimde tutup faydası olmayacağını bilsem de minik kalbine parmaklarımı naifçe bastırdığımı ancak tüm çabamın beyhude olduğunu hatırlatmıyor bana ansızın.
yüreğim sıkışıyor. zihnim, kelepçeliyor tüm vücudumu. hükmedemiyorum aklıma. ne acı, ne yamandır halin diyor içimdeki. hak veriyorum istemsiz. gazetede okudum sabahleyin, kar bekleniyormuş yakın zamanda. münferit taşımın yanı başına gidiyor yine ayaklarım. aklımın ücra köşelerindeyse o yabancı. zihnimi zihnine bağlamış diyorum usulca. gözlerim ilk onu arıyor belki diyorum belki bir daha gelir? patavatsız, çıkmıyor aklımdan. adı nedir bu yabancının? özledi sanki benliğim saçmalama diyor içimdeki. unut gitsin, unut ki acı çekmeyesin.
yağmur yağmaya yüz tutmuş bekliyor bugün, havaysa hiç olmadığı kadar soğuk. yamalı paltomdan çıkardığım sigaramın dumanı dolduruyor burnumu. boğulanmış gözlerime merhem oluyor sanki. hafiften atıştırmaya başlayan yağmura karşılık çatlaklarla dolu yanık izlerini beraberinde getiren avuçlarımı açıyorum semaya doğru. bilmukabele o da hızlanıyor buna karşın. geçmişte, daha doğru düzgün konuşamıyorken dahi vazgeçmezdi annem karşısına alıp nasihat vermekten. "yağmur günahlarından arındırır biriciğim. suyla akıp gider tüm kirler. sev yağmuru, ıslanmaktan kaçınma ola ki yavaşlat adımlarını gerekirse" derdi, anımsıyorum. şemsiye değmemiştir elime hiç bugüne değin, kurtulamazdım da hastalıklardan. bünye alışmış olsa gerek şimdiyse hasta olmam kolay kolay.
göğsümde taşıdığım ağırlığa binaen geliyorum deniz kıyıma. taşım hazır bekliyor beni, tam üç gün oldu yanına uğramayalı. yabancıdan sonra gelmedim bir daha, üzgün olsa gerek. hatrımdan silindiğini düşünecek münferit taşım. çekingence oturuyorum üzerine. gözlerim yine dalıyor etrafa, dalgalar bugün de kızgın bana. nefretle çarpıyorlar zira kıyılarıma.
buz tutmuş ellerim karamel rengi sıcak paltomun ön cebine ilişiyor. kara kaplı defterimi çıkarıyorum ardından, bugün pek yazasım yok. rastgele açıp okuyorum bıkkınca.
12.12 - cumartesi.
"aralık ayındayız. kar yağıyor üzerime.. üşüyorum.
annem sarmadığı müddetçe kollarını üşüyeceğim de. bugün ölüm yıl dönümü, âciz benliğimin ise doğum. gülerken ağlıyor gözlerim, bir dilim pasta yiyemiyorum yıllardır. ihanet edeceğim korkusundan gülemiyorum dâhi. sonra korkuyorum, titriyor vücudum sonum onun gibi olacak diye tedirgince. ziyaret edemiyorum utancımdan. bir taş buldum sahil kenarında, kendime benzettim. yosun bağlamış üstü, önce biraz temizledim sonra sahiplendim ansızın. biliyor musun dinledi beni. uzun uzun anlattım bende yüz bulunca. sırrını anlattım anne. kızacaksın bana ama, anlatmayacak kimseciklere söz verdi. sevdim burayı, insanlar kalın giyinmiş lâkin ev kadar sıcak burası. sanırsam uğrayacağım sık sık."
"ne amatörce" diyorum seslice. birkaç sayfa kopuyor narin defterimden, yılların yükünü kaldıramamış olsa gerek diyor içimdeki.
"omuzun kaldıramadığı hisleri kağıda dökmek ne zamandan beri amatörce oluyor efendi?" o yabancı sesin tanıdık tınısı. defteri hızlıca kapatıp telaşla düşürüyorum yere sayfaları. elim ayağıma dolaşıyor, nefeslerim sıklaşıyor olur olmadık. bu hallerime karşın telaşa sokuyorum yabancıyı. konuşuyor ancak boğuk yabancının sesi kulaklarımda. özür diliyor tekrar tekrar, cevap vermiyorum dizlerim üzerinde sayfaları birleştirirken. komik bir çaba içindeyim. ıslanıyor bir çoğu sayfalarımın, doluyor gözlerim ıslanan sayfalarıma karşın. hızla sayfaları toplayan ellerim aniden duruyor pes ederek. yabancıyı görüyorum hemen yanı başımda, üstündeki koyu renk pahalı takıma rağmen değdiriyor dizlerini yere. "kirlenecek" diyorum telaşla, "kalkın ayağa. önemi yok."
"önemi olmasa inci taneleriniz dökülmez yanağınıza. özür diliyorum efendi." küçük bir çocuğun nadide bulunan bir vazoyu kırmışlığının pişmanlığını taşıyor şimdi gözleri. nasıl da kırgın. gözleri defterime kayıyor saniyesinde. kısıyor gözlerini bir şey bulmaya çalışır gibi. fısıldıyor önce "jeon jeongguk." adımı böyle öğreniyor. sessiz yabancım, adımı kara kaplı defterimden öğreniyor. kaçırıyorum kırılgan gözlerimi gözlerinden.
"bay jeon, ben. ben gerçekten üzgünüm. tekrar yazmamı ister misiniz? çok sürmez, el çabukluğuyla yarın ulaştırırım elinize." şaşkınca bakıyorum yüzüne uzun uzun. ne diyedir bu telâşı? düşüren bendim. hata benimdi, kâğıtlar benimdi..
istemsiz serçe parmağına koyuyorum ellerimi, kuş tüyü kadar hafif. varla yok arası bir tebessüm yerleştiriyorum akabinde yüzüme. "efendi, gereği yok hiçbirinin. sadece telaş ettim ansızın. bakın topladım bile" gözyaşlarımı silerken elimdeki kağıtları gösteriyorum yabancıya. gözlerimin kızardığını hissettiğim vakit lanetler okuyorum günahkâr gözlere. önemi yok demiştim, ne diye akıyordu hala bu yaşlar böyle. ikna olmamıştı ancak yine de kalktı ayağa çeviklikle. acıyan dizlerimin korkunç çığlıklarını gömdüm içime. geçer elbet, diye geçiştirdim içimdekini sesizce.
bu sefer oturmak için izin dâhi istemedi benden. yanımdaki taşı da o sahiplenmiş gibiydi. geçen gün oturmak için seçtiği taşla aynıydı zira.
ölüm sessizliği vardı sahilimde, nefret ederdim bundan lâkin şuan için huzurluydum sebepsiz. tetikte bir huzurdu benim için. bana baktığını ben bakana dek anlamamıştım. bakmadım bir daha da ateş misali yakan kahvelerine. sessizliği, aralanan dudakları bozdu. "sizi burada bulabileceğimi düşünmüştüm. tam üç gündür uğruyorum buraya. sık gelmiyorsunuz sanırım? geçen gün tesadüfen mi oturmuştunuz bu sahile, kezâ geçen soluklanmak için seçtiğiniz yer ile aynı." gözleriyle gösterdi üzerinde olduğum taşı.
bu kadar mı incelemişti münferit taşımı? o kısacık anda pür dikkat mi kesilmişti tüm bunlara? patavatsız ama naif yürekli olanından diyor içimdeki. cevap vermiyorum sorusuna. tüm her şeyi anlatmak yoracak beni biliyorum. bir taşa bu denli anlam yüklediğimi öğrense korkup kaçacak belki benden. "okuduklarımın" diyorum, yutkunuyorum ardından "ne kadarını duydunuz?" sesimdeki sitem koruyor varlığını.
irademle kurduğum ilk göz temasımda, gözlerini kaçıran taraf o oluyor. "hepsini." diyor açıkyüreklilikle. en azından dürüst diyor içimdeki. göz temasını kesmiyorum bir süre, kızgınım sanki. kızgınım çünkü duydu her şeyi. avuç içlerimi kazıyor tırnaklarım. iyileşen yaralarımı tekrar kanatıyor belki. dalga sesleri kulağımı doldururken gözlerim öncekine nazaran çok daha fazla doluyor, durduramıyorum. dolan gözler harekete geçiriyor onu.
"duydum lâkin anlamdıramadım. neler olduğunu bilmiyorum efendim, yeminler olsun ki çok üzgünüm. meşgul olduğunuzu gördüğüm için bölmek istemedim. bu yüzden de dinlemek uygun gelirdi." tekrardan önemi yok demek gelmedi içimden. hiçbir şey yapasım yoktu, nefes dahi almasam olacaktı. geçen gün olduğu gibi döndüm arkamı denizime. sırtımı verdim yabancıya. gözlerimi kapatıp derince soluklandım. ne zaman kötü hissetsem bunu yapardım kezâ. dalgalarım bir şekilde bu çabamı görünce gülümsetirdi beni hissediyorlarmış gibi.
ardından ayak sesleri doldurdu kulağımı. tekrardan gidiyordu işte, gitme diyemedim. gitmemesini istemek yüzsüzlük oldurdu. dinledim yağmur sesine karışan adımlarını. kesildi bir süre sonra, tuttuğum tüm göz yaşları döküldü yanağıma, denizime seller yolladım bugün. hıçkırıklarım tüm martıları ürküttü. sayfaları kopmuş, eskimiş, yıllanmış biraz da yaşlanmış kara kaplı defterim ve aciz benliğim vardı şimdi. kırgındım, suçsuz yabancıma bile.
...
-lavi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gecelerimin feryatlarında duy beni
Fanfictiondilhun denizinde izin ver martı olayım.