Bölüm 12: Kısmen Suçlular ve Masumlar.

169 20 10
                                    

.

Kuşkusuz ki, bir insanın en büyük düşmanı kendisidir; insanın göze aldıkları da gözden kaçırdıkları da kendisinedir. Bunu tecrübeler söyler, hayat ispat eder. Dönüm noktası derler, düşünenler bu anlara. Oysa izbe bir sokağın adresini zihinlere kazıyan ya da sonu olmayan bir karanlığı ruha davet eden matem olarak söylenirim ben, kendi kendime. Birçok gerçek kurarım, bu gerçeğin üzerine.

Şafak vakti söktüğünde koğuştaki kederli telaşa gözlerimi araladım, bugün görüş günüydü. Fakat buradaki herkesi telaşlandıran gerçeğin görüş günü olmadığını anlamlandırabiliyordum. Herkesin gaye edindiği tek şey, bir şeyler oluyormuş gibi davranmaktı. Kimsenin görücüsü yoktu lakin herkes, görücüsü varmış gibi itinayla tertipleniyordu.

Diğer koğuşlardaki gürültülü kargaşa karanlık koridorlarda yankı buluyor ve her koğuş, birbirini işitebileceği raddede ses çıkarıyordu. Süratli ya da sakin adım sesleri, kirli aynanın önündeki kuyruk sırası, dolapların etrafındaki birkaç kişi, yataklarından sıyrılmaya gerek bulmayan ve umudunun kırıntılarıyla ruhunu doyuran mağrur bakışlı adamlar, demir kapılara coplarıyla darbe bırakan gardiyanlar... Dışarıda sıradan, içeride güzide bir günün oyuncularındandı.

"Peker Can," diye bir bağırtı duyuldu, hareketli koridorda. Koğuştaki tüm telaş duraksadığında Peker, şüpheyle kapıya yöneldi. "Hayırdır, Kıraç gardiyan?" diye konuştu, ikilemde kalmış bir edayla. "Görücün varmış." dedi, Kıraç gardiyan.

"Ne geveliyorsun sen?" diyerek Peker'i kapıdan uzaklaştırdı, Ezel. Onun ardından diğer mahkumlar da gardiyanın önünde yığıldılar, içerideki gergin hava hissedilir hâldeydi. "Benim görücüm olmaz," diye söylendi Peker, bu konuda onu yanıltabilecek hiç kimse olmadığı konusunda tereddüt etmiyordu. Sahiden... Bizim, bizden başka hiç kimsemiz yoktu.

"Görücün var diyorsam görücün vardır." Mahkumlar direttikçe gardiyan da diretiyordu. "Peker, görücüm olmaz, diyorsa eğer," diye söze girdi, Kartal. "Görücüsü olmaz." Yalın kollarını Kartal'ın belinden ayırmıyor, onu sıkıca tutmaya çalışıyordu.

"Zeynel Özyer." Adımdan nefret ediyordum. "Bir sen eksiktin, Orhan." diye söylendi, Hâfız. "Koğuşumuzdaki hiç kimse, hiçbir yere ayrılmıyor ve sizinle gelmiyor." dedi Ezel, tahammülsüz bir tavırla. Fakat gardiyan onu kâle almadan kollarını bize dolayarak koğuştakileri kapının ardında bıraktı.

Uzun bir koridor boyunca kusmamak ve Peker'den ayrılmamak için kendimi kontrol etmeyi başardım fakat ne zaman ki; Peker ile farklı koridorlara düştük, bedenimde duyumsadığım kirli ellerin tiksinçliği ve meçhuliyetin ürpertisiyle girdiğimiz odanın kuytu bir köşesine çömdüm.

Soluk bir anıymışçasına anımsıyordum, elektriklerin yalnızca belli aralıklarla erişilebildiği kasvetli evimizde, sıradanlaştırılmış bir günün ortalarındayken babamın dizlerinin dibinde, silik bir seste gelen televizyondan rastgele bir röportaja tanık olmuştum. Bir gardiyan konuşuyordu: "Cezaevinin karanlık koridorlarına adım attığınız ilk andan itibaren zarar verme dürtüsüyle davranıyorsunuz."

Her bir kelimesi zihnimde yankı buluyordu, şimdilerde.

Odanın kapısını aralayan gardiyan, elinde işkence ettiği kedi ve birkaç büyük çuvalla içeriye girdi. Hınçla önünü kesmeye çalıştığım her şey, son bir gayretle nihayete kavuştu. Gözlerimi kapattım ve zihnimi şu an yaşanacaklardan ayrı tutmaya bütün gücümü harcadım. 

Çuvalları bir köşeye fırlattığını işittim, sonrasında ise sık adım seslerini... Beni sığındığım duvar ile kendisi arasında sıkıştırdı ve elleri arasındaki körelmiş makasla yamalı giysilerimi yırtmaya kalkıştı. Ona gelişigüzel bir tekme savurdum, titrek dizlerimin sağlayamayacağı denli kuvvetli bir tekmeydi bu, ona zarar verdi. Fakat gardiyan durmadı, bedenimi zahmet göstermeden zapt etti. Yalnızca iç çamaşırlarım kalana kadar bedenimi örten tüm giysileri kesti.

Bu odanın her bir köşesinde çaresizdim; kedinin kafası çuvala geçirilirken, kedi hırçınlaştırılırken, bedenim tırmalanırken...

"Bu cezaevinin civarında neden gereğinden fazla kedi var, biliyor musun?" diye sordu gardiyan, keyifli bir tavırla, yanıt vermedim. "Buradaki fareleri yakalamak için, senin gibilerin hak ettiğini bulması için."

"Kendi adıma sevindim öyleyse," dedim, tereddütsüz bir şekilde. "Senin gibiler hak ettiklerini karakterlerinde bulmuşlar çünkü. Bir hayvanın, bir diğer hayvanı kullanarak üzerimde hükmettiği hak; karakterime dokunmaz, senin gibilere benzemem nihayetinde."

"Bunu bir ödül mü varsayıyorsun? Öyleyse ayrımsa; bizler özgürüz, parmaklıklar arasında adalet insanlarının tercihlerini bekleyen zavallılar değiliz." diye konuştu, gardiyan küçümseyerek. "İlk olarak hayır," dedim, ciddiyetle. "Bu, senin kapasitenin algılayabileceği bir ödülden çok daha fazlası. Sonrasında ise cezaevinin esirleri de biz değiliz, cezalıları da. Buranın her bir karışı, senin gibiler için var; yönetilen bizler değiliz, sizlersiniz. Biz kararlara göre davranmıyoruz ama siz kanunlara göre davranmak zorundasınız."

Kediyi bir kenara fırlattı, saçlarımı yolarcasına elleri arasında sıkıştırdı, kör makas saç tellerime yapıştı ve saç tutamlarımı bütün bütün kopardı.

O an kavradım; gardiyan, yönetemediği her şeye zarar vermekten olağanüstü bir ahlaki doygunluk duyuyordu.

🖇🖇🖇

Çatlamış aynanın, kirden sebep görünmeyecek denli opak yüzeyindeki yansımamı incelerken kirpiklerime dökülen saç tutamlarının kaynağı olan gardiyanın, nasırlı elleri arasında tuttuğu kör makasın hiçbir halta yaramadığını kabullenmeye çabalıyordum.

Ardımda Ezel vardı, koğuşa ilk adımımı attığımdan beri bir an olsun ardımdan ayrılmamıştı. Vicdan azabı hissediyor, ziyadesiyle kederli bakıyordu. Ben ise yalnızca düşünüyordum.

İnsanların değindiği her şeyin kirlenmesiyle baş edemiyordum zira. O kediyi işkence çekerken kurtarmıştık, kedi ise bana işkence sağlamıştı. Kötü olan hayvan değildi, havyana değinendi. Zarar görmesi, aşılanması, barınağa bırakılması gereken pisliğini karakterine bulaştırandı. Yönetilmesi şart olan hayvanlar değil, insanlardı.

"Bütün insanlar suçlu değildir ama bütün hayvanlar masumdur."

Usulca zihnimden sıyrıldım. "Küçük," diye fısıldadı Ezel yorgunca, sözünü kestim. "Bundan böyle bana Zeynel diye fısılda, lütfen." Derin bir iç çekti. "Zeynel..." dedi sonrasında, üstünkörü bir duraksamayla. "Saçlarını düzeltebilir miyim?"

"Ne yaparsan yap."  

"Orada neler oldu?" diye sürdürdü, kararsız bir vaziyette. "Sana dokundular mı?" diye devam etti ardından, çıkmaz bir yola girmiş gibi, yıllarca bildiği bir sokağın adresini yitirmiş gibi, ben gibi.

.

Üç haftalık sınav sürecimi tamamlar tamamlamaz bölüm yazmaya oturdum, lütfen emeklerimi yalnız bırakmayın.

Yazdığım en zor bölümdü, asla içime sinmedi.

Bu arada, "Cezaevinin esirleri de biz değiliz, cezalıları da." derken kastettiği esirler, cezayı hak edenler ve ceza vermeyi kendine hak görenler değildi. Lütfen yanlışım varsa söyleyin.

Seviliyorsunuz.

🖇

ÖZGÜR BİR KOĞUŞUN TUTSAKLARI [BXB]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin