Dün sabah saat 5:30 gibi gözlerim açıldı. Karşımda gördüğüm, direkt gözüme çarpan beyaz gece lambası ve üzerimde hissettiğim yün yorganın ağırlığı, nerede olduğumu kavramamdaki en büyük yardımcılarımdı. Akşam erken yatmış olmamdan kaynaklanan bir uyku bölüntüsü olduğunu tahmin ediyordum; ancak yine de tekrar gözlerimi kapatmadım. Yorganı üzerimden atıp uyuyan kardeşime basmamaya çalışarak ayağımı yumuşak zemine koydum. Sağ taraftaki, artık o kadar da hoşuma gitmeyen, kapakları kirlenmiş yeşil dolaptan küçük, tüylü battaniyeyi aldım. Zeminden ve kapılardan gıcırtı çıkartmamak amacıyla oldukça yavaş hareket ediyoedum. Mutfağa ulaştığımda, benim elimde eskimiş olan su ısıtıcısını çeyreğine kadar doldurup çalıştırdım. Camlı dolabın kapağını açıp bir kahve paketi çıkardım ve makinadan aldığım mavi kupama boşalttım. Üzerinden buharlar çıkan bardağı elime alıp balkona çıktım ve camın kenarına bir sandalye çektim.
Normal kahve olmamasından dolayı o kadar da hayran oldunası bir kokusu olmayan kahveyi yine de burnuma yaklaştırdım. Sıcaklığına ihtiyacım vardı. Ellrimi iyice doladığım bardaktan, tam 11 yıldır yaşadığımız caddeye indirdim bakışlarımı. Sokak lambalarından çıkan yumuşak, sarı ışıkların aydınlattığı cadde günün en sakin vakitlerinden birini yaşıyordu. Ne uykulu öğrenciler vardı sokakta, ne işine yetişme telaşı ile koşuşturan yetişkinler, ne de araba kornalarının o rahatsız edici sesi. Tek hareket evimizin iki yanında bulunan iki küçük bakkaldaydı. 24 saat çalışan o bakkalarda. Git gide sayıları artan her renkten araba, caddenin iki tarafına, oldukça düzgün bir şekilde sıralanmıştı. Babam da her zaman söylenirdi bu arabalara. Caddenin karşısında kapankleri kapalı giyim mağzaları sokağın sessizliğine eşlik ediyorlardı. Yolun her iki tarafına hemen hemen yirmişer metre aralıklarla dizilmiş cılız ağaçlar, kışın kendini hissettiren acı soğuğuna baş eğercesine yeşilliklerini yitirmiş, çırılçıplak kalmışlardı. Güneşin henüz kendini göstermeye başlamamasından dolayı hala karanlık olan gökyüzü, köarşımda gördüğüm irili ufaklı beton çöplüğünün üstüne örtülmüş, ince bir çarşaf gibi görünüyordu.
Son yudumumla birlikte boşalan kahve fincanını yere bırakıp serbest kalan kollarımı kendime dolayarak başımı geriye attım. Kafamı tekrar kaldırmamı sağlayan şey her sabah altı buçuk civarlarında gelen yeşil çöp kamyonunun çıkarttığı sesti. Tulum giymiş adamlar her sabah, gri kovaların o kamyona boşalmasını sağlarlardı. Ardından çalmaya başlayan yüksek sesli alarmım artık odama geçmem için bir uyarıydu. HEr sabahki alışıldık hazırlıkları yapıp aşağı indiğimde yine her sabah karşılaştığım manzarayla karşılaştım. Üst taraftaki bakkalın sahibi Mahmet Abi, karşıdakı çay ocağından çay istiyordu. Tam arkasını dönmüş bakkala girecekken beni gördü ve sıcak tavrını ortaya koyarak yorgun bir sesle bana ''Günaydın'' dedi. Gözleri gece boyunca uyumadığını ele veriyordu; ancak bu gülümsemesinden bir şey eksiltmiyordu. Ona aynı şekilde karşılık verip evimin yanına yaklaşmış olan servisin ilk basamağına bastım. Servisin kaloriferle ısınmış havası bedenime işlemeye başlarken serviş soförümüze de ''Günaydın'' dedim. Dokuzuncu sınıflardan olduğunu hatırladığım bir kızın yanına oturdum ve kafamı omzuma doğru eğdim. Caddenin altındaki alt geçidi geçerken sesler bulanıklaşmaya başlamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazı Defterim
Non-FictionBirbirinden bağımsız denemeler, kompozisyonlar, portreler, betimlemeler... Bu dosyada arşivleyeceğim.