on yedi.
her gün onu saat on ikiye doğru dizgin denizin karşısında, gezinti yolundaki banklardan birinde oturur görüyordum. kederli gözlerini elinde tuttuğu küçük deftere dikmiş, deniz sularının kıyıya çarpma sesleri eşliğinde, güneşin turunculuğu karşısında karalıyordu bir şeyler.
sahil kenarına her gün yürüyüş yapmak için gelirdim, günlük rutinim hâline gelmişti bu. o genci de sürekli o bankta oturur görüyordum. özellikle o banka oturuyordu, özellikle saat on iki sularında geliyordu. sebebini merak ediyordum.
bir gün tekrar aynı saatte geldim sahil kenarına, oradaydı. saçlarını yalayıp geçiyordu rüzgâr. bazen gözlerinin içine de giriyordu ama elini kaldırıp düzeltmeye yeltenmiyordu bile, epey odaklanmıştı defterine.
aramızda iki bank vardı, hiç ilgimi çekmeyen lâkin göze batmamak amacıyla elimde tuttuğum gazeteye bakıyordum. tâbii çoğunlukla gözlerim ondaydı.
ne için bu tür zahmetlere girdiğimi ben de bilmiyordum, dedim ya; hepsi merakımdandı. gün içindeki küçük uğraşımdı bu. birine anlatsaydım bunu, kafama geçirirdi bir tane.
saatime baktım. on ikiyi on beş geçiyordu. oturduğu yerden kalktı ve defterini kapatıp cebine sıkışıtırdı, küçük olan defter cebinin içinde kaybolmuştu. etrafına bakındı, sonra gözleri benim oturduğum banka doğru kaydı. gözlerimi direkt çekip, gazeteye odaklandım. içimden tanrıya dualar ediyordum zira onu izlediğimi anlasaydı sapık olduğumu düşünecekti, konumum tamamen onun için bu olurdu ki ben bu konumda olmayı hiç istemiyordum.
bir süre sonra gözlerimi gazeteden çekip onun olduğu tarafa baktığımda gitmiş olduğunu gördüm. buhrana uğramıştım. nereye gittiğini merak ediyordum, bu kadar merak fazlaydı biliyordum lâkin gene de içimdeki dürtüye engel olamıyordum.
elimdeki gazeteyi oturduğum banka bıraktım ve ayağa kalkıp çıkış yoluna doğru ilerlemeye başladım. umuyordum ki bulurdum onu zira uzun bir gece pişmanlıkla geçecekti.
kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda, yağmurun habercisi kara bulutların gökyüzünü çoktan sarmış olduğunu fark ettim. iyi ki paltomu üstüme geçirmiştim.
sahil yolundan çıkıp caddeye vardığımda ellerimi cebime yerleştirip yere düşmüş sonbahar yapraklarının üstüne basarak yürümeye devam ettim. ara ara rüzgâr yaprakları ileriye doğru süpürüp önümü açıyordu, görüntüsü hoştu. bağımsızdılar dallardan.
kafamı kaldırıp ileriye doğru baktığımda kaşlarım çatıldı zira onu görmeyi beklemiyordum. ufak adımlarla ilerliyordu kaldırımda. mutlu olmuştum. aramızda uzun olmayacak ama çok da yakın olmayacak bir mesafe bırakıp peşine takıldım.
sapık olmasam da kesinlikle kendimi sapık gibi hissediyordum, komik bir durumdan ibaretti bu yaptıklarım. güldüm bu halime ve bu sırada gözlerimi ondan ayırmıyordum zira gözlerimi ondan ayırdığım anda sanki tekrar onu kaybedecekmişim gibi hissediyordum.
bir aydan belki de bu süre daha fazladır, onu izliyordum ve her şeyi merakıma yoruyordum lâkin kabul etmesem de bu çocuk epey ilgimi çekmişti ya da bilmiyorum siz bu yaptıklarımı neye yormak isterseniz.
ilerideki sokaktan döndü, ben de aynısını yapıp sokağa girdim. şimdi artık ikimiz tektik. sokağı yarım yamalak aydınlatan sokak lambası, aramızdan geçen rüzgar ve yerdeki üç beş yaprak. her şey bundan ibaretti.
sokak lambasının az da olsa aydınlattığı kadarıyla etrafı inceledim. birkaç ev yıkık döküktü, garip bir havası vardı. tedirgin ediyordu insanı. şahsen ben bu sokakta tek başıma yürümeye korkardım, abartmıyorum.
etrafı incelemeyi bıraktım ki pek de incelenecek bir yeri yoktu, tekrar gözlerimi ona doğru çevirdim, çevirmemle olduğum yere mıhlandım zira o da benim gibi durmuş bana bakıyordu.
evet kesinlikle artık onun için bir sapıktım.
- normalde tek bölümlük yazıp bitirecektim ama sanırım bu fic tek bölümlük olmayı hak etmiyor, yazımım güzel değil gerçi bu pek de umrumda değil amaç kafa dağıtmak, bir şeyler karalamak. gittiği yere kadar ilerleteceğim.
YOU ARE READING
- last lines :: taekook
Ficção Geralbelki de yazacak çok şeyi vardı, küçük defterini dolduracak çok satırı vardı; yıldız olmasaydı