Eren, perdelerin aralığından sızan ışık hüzmesinin odayı doldurmasıyla gözlerini araladı. Yeni uyanmıştı ve kafasını toplamaya çalışıyordu. Garip hissediyordu ama alışmaya çalışıyordu. Birkaç dakika odanın beyaz tavanıyla bakıştıktan sonra aklına bugün okulun ilk günü olduğu geldi. Genelde geç kalan bir insan olmasına rağmen kendisi geç kalmaktan hiç hoşlanmazdı.
"Geç kalamam." dedi kendi kendine.
Bunu hatırlamasıyla hemen yatağından doğruldu, tuvalete gidip elini yüzünü yıkadıktan sonra bir yandan pijamalarını çıkarıp bir yandan da üzerine kıyafetlerini geçirirken merdivenden inmeye çalışıyordu. Son basamağa geldiğinde ayağının kaymasıyla az kalsın düşecekti.
Neyse ki sağ sağlim alt kata inmeyi başarabilmişti. Hafifçe sendeliyerek mutfağa giriş yaptı. Dolaptan çıkardığı bardakları tezgaha koyan kadının arkasını dönmesiyle göz göze geldiler.
"Eren? Bugün er-" Kadının cümlesi oğlunun konuşmaya başlamasıyla yarım kaldı.
"Çıkıyorum ben! Okula giderken yol üstündeki fırından bir şeyler alırım!"
"Dur, bekl-"
"Geç kaldım, anne!"
Kapıyı açıp evden çıkacaktı ancak Eren, çantasını odasında unuttuğunu hatırladı. Odasına doğru koşmaya başlamışti ki mutfaktan gelen kendi aralarında konuşan anne ve babasının sesleriyle duraksadı. Tekrar annesiyle göz göze geldiğinde Carla oğluna döndü.
"Eren, sakin ol. Geç kalmadın."
"Nasıl?" anlayamadı, aniden geç kalmadığını duyunca afallamıştı. Kafasını gazete hışırtılarının geldiği yöne -sağ tarafa- çevirdi.
"Evet, daha okulun başlamasına yaklaşık bir buçuk saat var." Bu sefer konuşan babasıydı. Hafif bir gülümseme vardı yüzünde. Grisha cümlesini bitirdikten sonra tekrar okuduğu gazeteye gömüldü. Carla ise "Bir kez olsun anneni dinlesen..." diyerek sitem ediyordu.
Eren duyduklarından sonra rahatlamıştı. Şaşkınlığını üstünden atar atmaz etrafı şöyle bir süzdü. Mutfağa girdiğinde Carla tazgaha koyduğu bardaklara çayı doldururken Eren, yeni demlenmiş çayın kokusunu almıştı. Oğlan masaya baktığında kahvaltının hazır olduğunu gördü. Grisha ise her sabah olduğu gibi işe gitmeden önce kahvaltının hazırlanmasını beklerken gazetesini okuyordu. Eren en yakınındaki sandalyeye oturdu. Dolu çay bardaklarını masaya koyan Carla'nın da gelmesiyle üçlü kahvaltı etmeye başladı.
Üçlü kahvaltı ederken bir yandan da sohbet etmeye başlamışlardı.
Carla daha Eren'i ilk gördüğünde başladığı yarım kalan cümlesini sonunda tamamladı.
"Bugün erkencisin." dedi ve devam etti "Aslında kahvaltıyı hazırlamıştım ve seni kaldırmaya gelecektim sadece çayın demlenmesini bekliyordum."
Eren ise ağzı dolu olduğundan sadece kafasını sakince aşağı yukarı salladı.
"Buraya alışabildin mi?" diye söze başladı adam. Bu sefer konuşan Grisha'ydı.
Eren ise kendine yöneltilen bu soruya cevap verirken biraz tereddüt etti:
"Ehh, evet."Grisha devam etti:
"Bunu duyduğuma sevindim. Biliyorum çok ani oldu ama... Hastaneden gelen bu teklifi reddedemezdim." adamın minnettarlığı yüzünden okunuyordu çünkü tam bir buçuk ay önce Grisha, o gün hastaneden gelen teklifi aldığı gibi kabul edip ve bir ay içinde Paradis'e taşınmaları gerektiğini öğrendikten sonra eve ilk geldiğinde Carla'ya anlattığında onunla yaşadıkları küçük(!) çaplı bir tartışmanın ardından -neyse ki araları tekrar tatlıya bağlandı- hazırlıklara başlamışlardı. Yine de beklediğinin aksine oğlu, karısıyla kıyaslayıncı bu süreçte ona hiç bir zorluk çıkarmamıştı.Bütün kahvaltı boyunca babasının ona sorduğu soruyu düşündü ve kendi kendine bu soruyu yöneltti: "Paradis'e alıştım mı?
Aslında kendisi bile ne hissettiğine tam olarak bir ad koyamıyordu. Buraya taşınmaları bir ay sürmüştü ancak Eren o bir ay boyunca babaannesi ve dedesinin yanında kalmıştı. Yani Eren aslında sadece iki haftadır buradaydı. Hayatının son iki haftasını düşününce olumlu ya da olumsuz pek bir şey hissetmiyordu.
Ayrıldığı yerden giderken onu oraya bağlayan herhangi bir şey yoktu... Ya da biri...
Şu an düşününce aklına gelen tek şey gideceği yeni okuldu. Lisenin tam ortasındayken yapılan bu değişiklik onu biraz geriyordu. Çünkü daha liseden mezun olmasına iki yılı vardı ancak eski okuluyla ve yaşadığı çevredeki kişilerle pek bir bağ kurmamasına rağmen biraz değişik hissediyordu kendisini. Aklına gelen tek şey karşılaştığı belirsizlik(ler)di. Bu belirsizlik onu biraz rahatsız etse bile çok kafaya takmamaya çalışıyordu.
***
Eren, yavaş yavaş okula yürüyordu. Acele etmesine gerek yoktu çünkü daha ilk dersin başlamasına kırk dakika vardı. Ancak taşınalı iki hafta olsa bile -bu iki hafta boyunca annesinin her seferinde onu zorla markete göndermesi dışında- neredeyse hiç dışarı çıkıp çevreyi dolaşmamıştı. Adadaki en uzun yürüyüşünü de geçen hafta babası yine hastanedeyken babasının evde unuttuğu ajandasını götürmek için yapmıştı. Bu yürüyüş esnasında hastaneye giden yol üzerindeki market, kafe, fırın, kitapçı ve gideceği okulun yerlerini öğrenmişti.
Yolda yürürken yanından geçen hızlı hızlı tipler dikkatini çekiyordu. Neredeyse hepsi kendi yaşıtlarıydı, sırtlarında çantayla Eren'in yanından birer birer geçip okula gidiyorlardı.
Okulun kapısına vardığında dersin başlamasına daha yirmi dakika vardı. Bahçe öğrenci kaynıyordu yine de onca öğrencinin arasında elinde anahtarla arabasından yeni inmiş; çanta, evrak veya bilgisayar taşıyarak okula gelen ya da öğrencilerle sohbet eden öğretmenleri ayırt edebiliyordu. Hem öğrenciler hem öğretmenler hepsi yaz tatilinden sonra sanki yıllardır hiç görüşmemişçisine birbirine sıkı sıkı sarılıyorlardı. Kimileri banklarda oturmuş, kimileri duvara yaslanmış, kimileri ise okul binasının girişindeki merdivenlerde oturmuştu. Eren bahçede gördüğü bazı öğrencileri okula gelirken yolda koşar adım ilerleyen kişiler olduğunu fark etti yine de gördüğü bu öğrencilerin bir çoğuyla aynı sınıfını paylaşacağı ve öğretmenlerin de onun dersine gireceğinden bir haber okul binasına girip sınıfın yolunu tutmuştu.
Okulun içi genel itibariyle boştu. İki kat merdiven çıktı. Kendi sınıfının olduğu kata gelene kadar kimseyi görmedi. Kendi sınıfının olduğu kata geldiğinde sınıfa doğru yürüken göz göze geldiği bir omzuna sırt çantasını diğer omzuna gitar kılıfını takmış sarışın, soğuk bakışlı kız ve koridorun sonunda arkası dönük şekilde kendi halinde yerleri silen hademe dışında okul bomboştu. Anlaşılan kimsenin zil çalana kadar sınıfa girmek gibi bir niyeti yoktu.
Sınıfa girerken okulun şu anki halinden yola çıkarak kendi bulunduğu sınıfın da boş olacağını ve ilk kendisinin geleceğini düşünen Eren, sınıfa girmesiyle karşılaştığı manzara karşısında şaşırmıştı: sıraların yarısı çanta veya kitap, defter konularak (bazıları resmen fırlatılılarak) kapılmıştı.
Kafasını konuşma seslerinin geldiği tarafa -sol tarafa- çevirdiğinde ise sınıfta yalnız olmadığını fark etti. Onun geldiğini görene kadar kendi aralarında konuşan ancak onu görmeleriyle bir anda konuşmayı kesen, biri sırada otururken diğeri ayakta duran, bir oğlan ve bir kız vardı. Önce bir kaç saniye birbirlerinin yüzlerine baktılar sonra Eren'e döndüler.
Eren, bu iki kişiyle göz göze gelmişti.
"Eren Jeager sen misin?"
Devam edecek...
___________________________________
~Beğendiyseniz lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın~
• Merhaba! Öncelikle okuduğunuz için teşekkür ederim. Bu yazdığım ilk hikaye o yüzden fikirlerinizi merak ediyorum yorum yaparsanız çok sevinirim <3
• İlk bölüm olduğu için anlaşılmayan yerler olabilir ve pek bir şey yaşanmadı o yüzden hikaye biraz sıkıcı gelmiş olabilir ama merak etmeyin buralar giriş kısımları yani en geç bir iki bölüme olaylara girmeye başlıyacağız. Kitabın uzunluğuna gelirsek... Kısa bir kitap olacağını düşünmüyorum çünkü yaşanacak olayları ve karakterlerin arasındaki ilişkiyi oldu bittiye getirmek istemiyorum. Karakterler arası ilişki demişken şunu da eklemek istiyorum: kitaptaki ana shipler levihan ve eremika ancak bu iki ship dışındaki shipler de kitapta olucak.
• Bir sonraki bölümde görüşürüz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CURSE and DRUGS [aot high school au]
FanfictionKüçük bir yanlış anlaşılma nelere yol açar? Ya da... Neleri ortaya çıkarır? Levihan // Eremika *Not: kan, argo, küfür, şiddet, smut, alkol, sigara, madde kullanımı vb. içerir.*