Nefes nefese ondan ayrıldıktan sonra gözlerine baktım. Bendeki şaşkınlık onda da vardı. O alaycı yüzü yoktu. Belimdeki ellerini dirseklerime çıkarttığında gözlerimi ondan çektim. Hızlıca kollarından çıktım. Ayaklarım gerilerken yürüdüm, koşar adımlarla sokaktan çıktım.
Arkamdan seslenmedi, gelmedi.Odama geldiğimde etraf olduğundan da sessizdi. Ben ve birbirine giren düşüncelerimin gürültüsü vardı sadece. Üstümdeki kotu hızla çıkarıp başka bir yere atarken gözlerim kapıya gitti. Sabah.. gitar sesi, şarkı? Söyleyen oydu. Nasıl da o zaman anlamamıştım? İlk gün onu gitarıyla görmemiş miydim? Hem o nazik ses.. başkası olamazdı, olmamalıydı.
Kendime bunun için sinirlenirken üstümde beni rahatsız eden her şeyden kurtuldum. Kısa şortlarımdan birini bacağıma geçirdiğim gibi yorganı çektim üstüme.
Yatakta keskin ve sert hareketlerle dönüp dururken en sonunda odaya kocaman bir of bırakıp ayaklandım. Ne yapıyordum ben? Tanımadığım, ismini bile bilmediğim bir adamı öpmüştüm. O da devam ettirmişti. Gözlerim anın hissettirdiği yetersizlikle kapandı. 'Ağlamandan nefret ettim.' deyişi, belimdeki elleri yeniden canlandı. Beni tutuşu hala üstümdeydi. Hala dudakları dudaklarımda gibiydi.
Gözlerimi hızla açmış, sanki bu olanlar somutmuş gibi ellerimle dağıtmaya çalışmıştım. Duvarlar üstüme geldikçe de dayanamamış, yeniden üstümü giyindiğim gibi fırlamıştım. Kapıda ben tam çıkarken gelen simsiyah giyimli bir adam gördüğümdeyse düşündüğüm şey olmasın diye kafamdan geçirdim. Hızla adamın yanına ilerledim.
"Merhaba."
"Merhaba Bay Na. İstediğiniz bir şey mi vardı?" siktir. Sinirle kapalı telefonumu açmış, otelden fırlamıştım. Peşimden gelen adamı görmemle sinirim iyice fırlamış, bağırmıştım.
"Etme beni takip! Rahat bırak!" adam şaşkınca kalırken titreyen ellerimle Youngho hyungu rehberden bulmuş, saatin kaç olduğunu umursamadan aramıştım.
"Günde iki kere, taş mı düştü başına?" uykulu uykulu konuştuğunda yumuşak olmaya hiç niyetim yoktu.
"Sen ne hakla peşime adam takıyorsun! Uzak olmak isterken hala senin korumana ihtiyacım olduğunu mu düşünüyorsun? Sadece beni rahat bırak istedim. Nefes alayım istedim. Dünyanın başka bir yerinde bile bırakmıyorsun beni!" bağırmalarım kesik nefeslere döndüğünde konuştu.
"Peşine adam falan takmadım Na."
"İçerdeki ne o zaman?"
"Bir halt bildiğim yok. Tek diyeceğim, ben kimsenin peşine adam takmadım, takmam da." sesi hayal kırıklığına uğramış ve yorgun geldiğinde öylece kaldım. Sanırım yabancı birini öpmem, bunun fazlaca hoşuma gitmesi ve üzerine ondan kaçmam yüzünden kendime olan sinirimi ondan çıkartmıştım.
"Youngho hyun-" düşürdüğüm sesimle konuşmaya çalışırken hiddetle bölündüm.
"Kaç aydır burada yaşadıklarından kaçıp bizi merakımızdan öldürüyorsun. Sadece sen istediğinde o lanet telefonuna çıkıyorsun. Durduğumuz yerde hepimizi kudurtuyorsun; Yuta nerede, kaç gündür telefonunu açmadı, acaba başına bir şey mi geldi, yine mi ağlıyor? Sen iyi ol diye her boku yaparken üstüne gelmiş dinlemeden yargılıyorsun. En başından yanlış yaptın Na. Olanlarla yüzleşmeden hiçbir yere varamazsın. Şimdi o siktiğimin Paris'inde gün doğumunu izlerken bunu düşün ve bana haber ver. Çünkü hala seni merak ediyorum gerizekalı." telefon yüzüme kapandığında kasılan çenem, düştü düşecek gözyaşlarım ve son cümlesi yüzünden bozulan sinirimi belli eden hafif gülümsememle yolun ortasında öylece kaldım. Elimdeki telefonu sinirle cebime sokarken yeniden otele döndüm. Kapıdaki adamla duraksadım.
"Kusura bakmayın." ağzımın içinde mırıldanırken adam gülümsedi.
"Önemli değil efendim. İstediğiniz bir şey var mı?" yok diyecektim ki aklıma gelen şeyle başımı salladım.
"Otelin barı. Oraya götür beni."
"Kapandı-"
"Biliyorum. Parası neyse ödeyeceğim."
"Tabii efendim." parasını önemsemediği mimiklerinden belliyken sırf ihtiyacım olduğu için dediğimi anlamış gibi onaylamıştı beni. Adam hızla önümden yürüdüğünde takip ettim. Cebindeki kartla kapıyı açtığında içeri girdiğim gibi en ağır içkiyi aldım ve kapıdan çıktım.
"Faturaya ekleyin bunu, sakın unutmayın." adam başını sallarken çıktım otelden. Koşar adımlarla ilerledim. Eyfel'in tam önünde durdum. Elimdekini açarken yürümeye başladım.
"Siktiğimin Paris'inde gün doğumunu izlerken bunu düşün ve haber ver."
Yüzüme bir gülümseme yayılırken başımı iki yana salladım. Hyung. Her zaman yanımda olan hyung. Ona haksızlık etmiştim. Evet, öyleydi. Saçmalamıştım. Benden fazlasını hak ediyordu. O da, Taeyong da. Bunları onlara yapma hakkım yoktu. Sanırım özürüm için Paris tatlıları yetmeyecekti.
Yürümeye devam ederken onu ilk gördüğüm yere geldim. Sıralanmış onlarca bank içinde o ikisi. Telefonumun çalan tınısı kulağıma dolarken o anı yeniden canlandırıyorum.
"Sessizlik için gelmiştim, bozdun." ilk cümlesi. Yüzündeki sırıtışı, güneşin bile yenemediği kömür saçları. Gitarı, sesi. Aklımın her köşesini doldururken elimdekine bir bakış attım. Çoktan etmişti beni esiri. Kafam allak bullak olurken onun netliği sinirimi bozdu. Bedenimi yere bırakırken karşımda duran kuleye baktım.
Yine kaçtın Na.
Yine karşılaşmadın, kaçtın. Öptüğün adamın kollarından çıktın, kaçtın. Elimdeki şişeyi öne doğru iterken mırıldandım.
"İsmi.." ismi neydi? Kafama takılan yeni soruyla öylece kaldım. Söylemedi. Ben ona söyledim, o söylemedi. Ellerim saçlarımın arasından geçip başımı tutarken söylenmeye devam ettim.
...
Mark'tan
Kaçması beklediğim en olası şeyken beni öpmesini asla beklemediğimi itiraf etmeliydim. Sıcak nefesi çarptı saliseler içinde yüzüme, sonra da yumuşak dudakları değdi dudaklarıma. O an bir an düşünmeye yeltendim lakin kalbim tüm benliğimi geçirdi eline. Tek istediğim o dudaklarda daha uzun kalmaktı. O bedende ellerimin daha fazla durmasıydı.
Başımı hızla iki yana salladım. Bu kadar çabuk değildi. Bu kadar çabuk ona kapılmış olamazsın Mark Lee. Kapılmadın. Kafam anında başka bir detayına takılırken daha yeni kapılmadın dememiş gibi istemsizce güldüm. Yuta. İsmi Yuta'ydı. Beni bıraktığı sokakta otururken seslice söylendim.
"Yuta." yüzümdeki gülümseme genişlerken ayaklandım. Sallana sallana otele geldim ve odama çıktım. Bir kat daha çıkıp boş boş onun kapısına bakmayacaktım, hayır. Üstümdeki ceketi çıkarıp gömleğimin düğmelerini açarken ışıkları yanan kuleye baktım. Dudaklarımdan fısıltıyla bir küfür dökülürken ekledim.
"Aşıklar şehriymiş, hah. Saçmalık."
s.
Gec geliyor, uzuluyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
l'aerogramme de los angeles - yumark
Fanfic"ocean and a few streets from Paris, eighteenth." Nakamoto Yuta × Lee Minhyung minific