Herkesin ağzında 7 kelime "Geçmişin sadece hatırlamaktan zevk aldığınız kadarını düşünün." Yıllarca buna inandım ve bu felsefe ile hareket ettim. Geçmişimle ilgili sorulardan kaçtım. Ama asıl kaçtığım şey geçmişimdi ve bunu ben bile fark etmedim. Herkes paçama yapışan geçmişimi ezip geçmemi söyledi. Güçlü olduğumu ve geçmişimi silebileceğimi söyledi. Bunu yapamadığımı fark ettiğimde güçsüz olduğuma inandırdım kendimi. "Güçsüzüm ve kurtulamıyorum geçmişimden." dedim. Geçmişimi yaşatanları değil, geçmişi aşamayan kendimi suçladım.
Kendimi toparladığımda bu sefer insanlar beni suçladı. Mahallede ki teyzeler çiğdem çitlerken "Yazık Asilay da kurtulamadı geçmişinden." dedi. Bir diğer teyze "Ağır şeyler yaşadı onları atlatacak kadar güçlü değil." dedi. Kimse seni bu hale kim getirdi demedi. Kimse beni bu hale getirenleri suçlamadı. Kurtulamadığım için suçlu bendim onların gözünde.
Peki kurtulmak istiyor muydum? Yoksa kurtulmak istediğime mi inandırdılar beni? Herkesin hayatında olan kimsesizlerden biri de bendim. Ama mutluydum kimsesizliğimle. Mutluydum geçmişimle. Daha doğrusu alışmıştım çünkü başka bir seçeneğim yoktu. Sonsuza kadar kaçamazdım geçmişimden. Paçamdaydı sürekli geçmişim, ben ise ayağımı sürerek yürümeye alıştım.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şubat ayının kesici soğuğu ve siren sesleri ile arabanın gelmesini bekliyordum. Kendi ayağımla ölüme gidiyordum. Mesleğimizin tek kötü yanı küçücük bir hatanla birini kaybetmen. Onlarca insan kurtardım. Ama 5 kişiyi kurtaramadım. 5 aile benim yüzümden yıkıldı. 5 kişi benim yüzümden sevgilisini/eşini kaybetti. 5 kişinin ailesinin hayatını kararttım. Uyuyamıyorum bir çok kez. Rüyama giriyor kaybettiklerim. Rüyama giriyor kaybettiklerimin yakınları, suçluyorlar beni. "SENİN YÜZÜNDEN!" diye bağırıyorlar bana ancak hiçbir zaman bu şekilde suçlanmamıştım. Kendimi kendim suçlamıştım her zaman.
Önüme yanaşan araba ile kafamda ki tilkilere ara verip arabaya bindim. Ne beni alan şoför konuşuyordu ne de ben. Sessizlik en büyük tepkimizdi. Yıllardır deprem bölgesi olduğumuzu bile bile sağlam yapılmayan bir depremde yıkılan binalar olması üzücüydü. Gelişmemiş olduğumuzun büyük bir kanıtıydı. İnsanlar ölüyor gidiyordu gerisinde ise sözde üzgün insanlar kalıyordu.
Enkaza yanaştığımızı anlamak çok zor değildi. Toz duman, ağlayışlar, kalabalık. İçeriye arabayla girmek imkansızdı çünkü gereksiz meraklı halkımız sağ olsun iğne atsak yere düşmez bir kalabalık vardı. Benden küçük olduğunu tahmin ettiğim şoföre seslendim.
"Ablacım boşuna uğraşma ben yürüyerek geçerim iç tarafa."
"Tamamdır abla hakkını helal et dualarımız seninle."
"Bir hakkım varsa da helal olsun." diyerek arabadan indim. Acının tatlı tebessümü yüzümdeydi, her zaman ki yerinde.
Kalabalığı yararak enkaza ulaştım. Gerekli ekipmanları giydim ve gücümün yettiği kayaları dışarıya atarak yakın zaman da ses vermelerini istediklerinde ses gelen yeri açmaya çalışıyordum. Yorgunluk, korku, acı. Kendim için değil enkazda ki için korkuyordum. Moralim bozuktu, sinirim tam anlamıyla tepemdeydi. O sırada sinirimi çıkarabileceğim bir ses duydum hemen arkamdan.
"Bu tırnakları ojeli bayan mı insan kurtaracak?" Amcacım tırnaklarımda ki ojeme laf etmene mi? Bayan kelimesine mi? Mesleğime karışmana mı deli olayım? Seç.
Yerden bir kaya kaldırdım. "Bu kayayı atsam ortadan ikiye ayrılacaksın boş konuşma amcam." kelimemi bitirmemle adamın kalabalığa katılıp yok olması bir olmuştu. Ağzından çıkanı kulağı duyacaktı, üstelik böyle bir zamanda.