je te laisserai un amour

974 140 46
                                    

Kilisenin camları titriyor yaşlı bir adamın vücudu gibi. Hastalıklı, bulaşıcı bir zihniyeti var bu yaşlı adamın. Adını kullanarak herkese inandırıyor kendini. Gizlice büyüttüğü kızgın kanatlarını açıyor bir müddet sonra, kalbinde tanrı inancı olanları görüyor ve gülümsüyor sinsice. Ardından öksürüyor yavaşça, her tarafa hastalık bulaştığını iddia edip kanatlarının altına topluyor her bir inananı.

En büyük hastalığın onun kanatlarının altında olduğunu bilmeden yaşıyorlar orada. Her şeyden önce insanı insan olduğu için sevmeyi bir kenara bırakıp yaşlı adama karşı gelenleri yakıyorlar acımasızca. Sonra da gidip sevinçe birkaç toprak cennet satın alıyorlar. "İstediğin gibi yaptık" diyor ve yaşlı adamın çürümüş sevgisini hissediyorlar.

Bazıları ise en sevdiği oyun olarak görüyor bunu. Diyor ki yaşlı adama; tüm cehennemi bana sat, herkes cennete gittiğinde tek başıma kalayım orada.
Yaşlı adam kabul ediyor, cehenneme karşı verilecek olan hediyeleri görünce.
Memnuniyetle gülümsüyor ve tanrının önünde hiçbir değeri olmayan birkaç kağıt parçasını öylesine imzalıyor.

Ama iki kişi vardı ki; bunların hayatta olma amacı ne tanrıya laik olmak ne de yaşlı adamın kanatları altında yaşamaktı.
Cenneti veya cehennemi satın almak için sıraya girmezlerdi, onun yerine vücutları birbirini sarar ve onlara bu iki yeri yaşatırdı.
Onların cennetleri de cehennemleri de sevgilerinde ve dokunuşlarında saklıydı.

Uyutulmuş halk onları öyle bir kınardı ki, yeryüzünden silinip gitmeleri için yaşlı adamın önüne servetler dökerdi. Aileleri onlardan utanırdı, utançlarından evlerine kapanırdı.
Adları yoktu onların, uyutulmuşlar onlardan bahsederken lanetliler derdi. Günahkârlar, şeytanın çocukları, kovulmuşlar...

Ama isimleri bunlar değildi. Öylesine güzel, naif ve cennet kokan isimleri vardı ki onların... Yaşlı adamın dahi cürret edip fısıldaması imkânsızdı. Kendileri içinse sevgisini adadığının en güzel sesleniş şekliydi bu.

Güneşe göre yirmi dönem geçirmiş iki erkek, on yedinci dönemlerinden beri birbirlerinde yaşam bulmuş iki "günahkâr", bir diğer söyleyişle de tanrının kapılarını kapattığı iki aşık.

Ne çok isimleri vardı öyle, ne çok şey söylenmişti onları anlatmak için. Saymak bitmez, en güzel kelimeleri seçmek için zaman yetmezdi, kimse de doğrusunu bilmezdi.

Ama onlar için dile gelmiş en güzel günah ve sevaptı isimleri.

Salmakis ve Falacer...

İki aşık.

Vücutlarının rengi birbirine akarken, tanrı onlara sırtını dönerken hiçbir şeyi kabul etmeden kendi doğrularını izleyen iki erkek.
Yıllanmış şaraplar kadar güzel ve yasakken karşı koyamadıkları aşkın elini tutup yürümüşlerdi durmaksızın. Her gece lanetlenirken tüm önceliklerini birbirini sevmeye adamışlardı.

Zamanla sağır ve kör olmuşlardı, sevgilerini verdikleri kişi hariç. En güzel ağlayışlarını damlatırken, kendilerinden başka herkese karşı yok olmuşlardı.

Ormanın derinliklerinde yaşayıp giderlerdi. Efsanelerde ölmüş orman perilerinin onları koruyacaklarına inanır, aşklarından vazgeçemedikleri için de kasabaya yaklaşamazlardı. Yoksa geri de onların ardından sadece uyutulmuşların zevk aldığı küller kalırdı. Layık bir son değildi bu onlar için, bu yüzdendir ki ormanın en derinlerini kendilerine ev belirlemiş ve orada birbirlerini tatmışlardı.

Birkaç kiraz, birkaç şarap ve sadece bedenleri.

Hayatları bunlarla sınırlıydı. Maddiyatı boş vermişlikleriyle sadece vücutlarında tadarlardı en güzel tatlıları. En güzel suları dudaklarından kana kana içer, en güzel evi gözlerinde bulurlardı.

En başta da söylendiği gibi,
kimse sevmezdi onları birbirlerinden başka.
Bu yüzden de unutmuştu herkes onları, şeytanın çocukları kimdi hatırlamıyor ve bir zamanlar lanetlerle besledikleri iki erkeği içtensizlikle övüyorlardı.

Sevgiyi sadece birbiriyle tezat iki cinste aramışlardı. Ne büyük acizlik! Ne büyük acı ve keder...

Biraz kırgınlık fakat çokça sevgi ve aşk kokan ormanda hayatları boyunca yaşamış ve bedenleri kaybolsa bile ruhları ile daldan dala atlayarak dans eden iki lanetli aşığın hikayesiydi bu.

Rönesansın en güzel tablosu Salmakis ve Falacer için ağlarken, Salmakis'in "hayatı" için yazdığı ilk şiirin son sözleri de saklanıyordu o nadide eserde.

"Bir günahıma bin sevap olan tek sevgili,
Sana bir sevgi bırakacağım, tanrının sevmediğinden.
Bu yüzden sen de bana bir sevgi bırak, benim sevdiğimden."

Katolik Kilisesi'nin baskısı sırasında yaşayan iki aşığın hikayesi,

Hwang Salmakis ve Lee Falacer.

-larren

amour coupable ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin