Eve geldiğimde derin bir 'oh' çektim. Her zaman kilolarım üzerinden espiriler yapılırdı, hatta çoğuna bende gülerdim. Ama neden bu sefer bu denli bozulmuştum ki? Ayrıca küçüklüğünden beri bu espirilere maruz kalan biri olarak. Sanırım artık küçük bir kız çocuğu değildim. Ne yani tek etken bu mu? Küçük olmamam?! Değildi galiba. Kendime bile itirâf etmekten çekindiğim bir etken miydi bu? Her zaman her yerde, her şeyi çekinmeden tak tak söyleyen, özgüveni kilolarına rağmen tavan yapmış Aslı bu basit meseleyi mi kendine itirâf edemiyordu? Sanırım basit gördüğüm mesele, içimde çığ gibi büyümüştü ve yerini korkuya bırakmıştı. Korkuyordum. Ama neden? Aslında cevabı basitti. Beğenilmemekten, karşılık bulamamaktan. Ben bu yaşıma kadar hiç böyle hissetmemiştim. Tamam, kilolarım hep başıma dert olmuştu, birçok kezde beni üzmüştü. ama ilk kez korkmama sebeb oluyorlardı. Ben kendimi böylede beğeniyordum, yani insanların ne düşündüğü beni pek ilgilendirmiyordu. Eğer bir gün zayıflamaya niyetlenirsem bu sağlığım için olacaktı. Başkalarının düşünceleri için olmayacaktı. Ama sanırım artık benim için bir kişinin benim hakkımdaki düşünceleri önemliydi. Fatih Ali'nin. Zaten masada o olmasaydı ben evime kilolarımla mutlu bir şekilde geri dönecektim ama artık mutlu değilim. Sanırım aşık oluyordum yada öyle zannediyordum ama hayatımda ilk kez bi anlık bile olsa değişmeyi düşündüm. Ama bir saniye. Eğer beni bu şişko halimle kabul etmeyecekse ne anlamı var ki? O zaman beni her zorlukta bırakıp gidebilir. Böyle biri için değer mi ki? Gerçi daha nasıl biri olduğunu bile bilmiyorum ama şişko bir kızla kim çıkmak ister ki? Kim onu çocuklarının annesi yapmak ister ki? Yirmi yaşındayım. Bu yaşıma kadar hep kilolu biri oldum. Klasik olarak "şişman ama yüzü çok güzel, zayıflasa taş gibi hatun olur" lafını az duymadım değil. Niye zayıflasam? O zaman şimdide taş gibi olmam gerekmiyor mu? Şişko olunca ne oluyor yani? Neden insanlar bu kadar şekilci ki? Ayrıca şişman seven erkeklerde çıkmadı değil karşıma yalan değil ama hiç tipim değillerdi. Çünkü ben hep bir kişiyle çıkıp, o kişiylede evlenmenin hayalini kurdum. Ve karşıma bu güveni verecek, şişman sever bir erkek çıkmadı ne yazık ki. Fatih Ali olabilir miydi bu hayalimdeki erkek? Ama hiç sanmıyorum. Onun gibi uzun boylu, kas yığını, esmer bombası ve peşinde düzinelerce kızın koştuğu bir erkek, benim gibi şişko bir kıza mı bakacaktı? Zayıflarsam belki. Aynı okulda, aynı sınıfta hatta aynı gruptan olmamıza rağmen tek kelime dahi etmemiştik. Onu hiç tanımıyordum neredeyse. Sadece üç kardeşten ortancası olduğunu ve inşaat üzerine aile şirketlerinin olduğunu biliyordum. Ona olan duygularımı yada olduğunu sandığım duygularımı bu akşam fark etmiştim. Kilolarım hakkında Semihin yaptığı espiriye bozulduğumda. Masada hepimiz gülmüştük, benimki sahte bir gülüştü tabiki. Belli etmemeliydim bozulduğumu. Ama Fatih Ali'nin gülmediğinin farkındaydım. Neden gülmedi ki? Dışardan çok sert bir mizacı var ama çokta espirili bir çocuktu aslında. Sınıfta kahkahalar atmamıza sebeb olan espirilerin sahibi oydu. Buna neden gülmemişti ki sanki? Kafama takılan en büyük soru işareti buydu. Ve tabiki ben ne zamandır ondan hoşlanıyordum. Okula başlayalı bir ay olmuştu. Ben zaten biraz geveze bir tip olduğumdan bırakın sınıftakileri neredeyse tüm okulla muhabbete girmiştim. Ama Fatih Aliyle bir kere selamlaşmadık bile. Bugün masada defalarca göz göze gelmemize rağmen tek kelime etmemiştik. Zaten onun kızlarla muhabbeti olduğunuda fazla görmedim. Bugün bile masamıza Semih ve Sefanın zoruyla gelmişti. Ayrıca peşinden o kadar kız koşmasına rağmen bir sevgiliside yoktu. Yani benim bildiğim. Belki okul dışından bir sevgilisi vardı ve hatta okuldaki kızlarla muhabbete girmemesinin sebebi buydu. Sevgilisi çok kıskançtı ve istemiyordu diğer hemcinlerinle konuşmasını. Neden olmasın? Benimde böyle bir sevgilim olsa bende istemezdim diğer kızlarla konuşmasını. Demekki çok sadık biri. Yine iki dakikada kafamda yazdım çizdim. Bir sevgilisi olsa illa haberimiz olurdu. Sonuçta aynı sınıftayız. Ama olsun olmasın bu Fatih Ali'nin benim gibi birinden hoşlanmayacağı gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki... Saat sabahın sekiziydi. Ürkütücü alarmın sesiyle yataktan zıpladım. Nedense canım hiç okula gitmek istemiyordu. Ama gitmek zorunda hissettim kendimi. Yüzüme iki su çarptım ve dolabın başına dikildim. 'Bugün ne giyecektim?' yıllardır bir kerede cevap veremedim şu soruya. Dakikalarca düşündükten sonra içinde kendimi her zaman mutlu hissettiğim siyahlı tuniğimi geçirdim üzerime. Annem en sevdiğim öğün olan kahvaltı için mutfaktan haykırıyordu. Bir saniye. Ben her öğünü çok seviyordum zaten. Yemek yemeğe aşıktım ben. Anneminde tiz sesi sadece 'haydi sofrayaa' derken bir hoş geliyordu bana. Ama bu sefer nedense canım hiçbir şey istemiyordu. Masanın başına geçtim. Her zaman ki yerime kuruldum. Babam karşımda yumurtanın yağına ekmeğini bandırıyordu. Ne güzel tabloydu o öyle. İzlemesi bile keyifliydi. Bense sadece çayımı yudumluyordum. Annemin 'Hadisene Aslı sende ye bir şeyler' demesiyle hayranlıkla yemek yiyişini izlediğim babamdan gözlerimi çektim ve 'canım bir şey istemiyor, okulda atıştırırım' dedim. Masadan yavaşça kalkarken abim elini anlıma koydu 'yoksa hast mısın?' Dedi sırıtırak. 'Çok komik' dedim ağzımı mezeleyerek. Ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Nereye park etmiştim ben bu arabayı?