On beşimizin yazında, Taehyung ve ben, küçük hız teknesiyle baş başa açıldık. Kahvaltıdan hemen sonraydı. Jiwoo yoktu, ikizler ileydi. Jeongin o yıl koşuya merak salmıştı ve adayı çevreleyen patikada tur atıp duruyordu. Taehyung beni Clairmont'un mutfağında buldu ve tekneyle açılmak ister miyim diye sordu.
"Aslında pek istemiyorum." Bir kitap alıp yatağıma dönmek istiyordum.
"Lütfen?" Taehyung neredeyse hiç "lütfen" demezdi.
"Tek başına gitsene."
"Yapamam," dedi. "Bu doğru olmaz."
"Tabii ki yapabilirsin."
"Yanımda sen olmadan yapamam."
Saçmalıyordu. "Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordum.
"Sadece adadan uzaklaşmak istiyorum, bazen buraya katlanamıyorum."
O dönemde neye katlanamadığın hayal dahi edemiyordum ama teklifini kabul ettim. Mayolarımızın üzerine rüzgarlıklarımızı giyip denize açıldık. Bir süre sonra Taehyung motoru durdurdu. Fıstık yiyip tuzlu havayı içimize çekerek oturduk. Güneş ışınları suyun üzerinde parıldıyordu.
"Haydi suya girelim," dedim.
Taehyung denize atladı, ben de peşinden gittim ama su kıyıdakinden çok daha soğuktu ve nefesimiz kesildi. Güneş, bir bulutun ardına gizlendi. Paniklemiş kahkahalar atarak denize girmenin çok aptalca bir fikir olduğunu bağırdık. Aklımızdan ne geçiyordu ki? Kıyıdan uzakta köpekbalıkları olduğunu herkes bilirdi.
Tanrım, köpekbalıklarından bahsetmemeliydim. Teknenin arkasındaki merdivenden ilk çıkan olmak için çırpınıp itiştik.
Bir dakika sonra Taehyung, sırt üstü yatıp benim önden gitmeme izin verdi. "Sen masum olduğun için değil, ben iyi bir insan olduğum için." diye açıkladı.
"Ah, çok teşekkürler." deyip dilimi çıkardım.
"Ama bir köpekbalığı bacağımı kaparsa, cenazemde ne kadar muhteşem olduğuma dair bir konuşma yapmalısın."
"Anlaştık," dedim. "Kim Taehyung çok lezzetli bir yemekti."
O kadar üşümek delicesine komik geliyordu. Yanımızda havlu yoktu. Oturakların birinin altında bulduğumuz yün battaniyeye sarınıp yan yana oturduk. Çıplak omuzlarımız birbirine değiyordu.
"Bunu sadece vücut ısımızı koruyalım diye yapıyorum." dedi Taehyung. "Seni güzel bulduğumu falan sanma yani."
"Bulmadığını biliyorum."
"Battaniyeyi çekiyorsun."
Duraksama.
Sonra, "Jeongguk, aslında seni güzel buluyorum. Öyle demek istememiştim. Hatta ne ara bu kadar güzelleştiğini bilemiyorum. Dikkatimi dağıtıyorsun."
"Her zamankinden farklı değilim ki."
"Bir yılda değiştin, dengemi bozuyorsun."
"Senin bir dengen mi var?"
Evet dercesine ciddiyetle başını salladı.Konuyu değiştirdik. Öğleden sonra küçükleri sinemaya götürmekten, kitaplardan ve köpekbalıklarından bahsettik. Sonra adaya geri döndük.
Bundan kısa süre sonra Taehyung bana kitaplarını ödünç vermeye ve akşamın erken saatlerinde küçük plajda yanıma gelmeye başladı. Golden'larımızla Rüzgâr Konağı'nın bahçesinde yattığım zamanlarda beni arayıp buluyordu.
Adayı çevreleyen yolda, o önde, ben arkada yürüyüşlere çıkmaya başladık. Kitaplardan konuşuyor, hayali dünyalar yaratıyorduk. Bazen karnımız acıkana ya da canımız sıkılana kadar adayı birkaç kez turlamış oluyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we were liar's, taekook
FanfictionBir devrim. Bir kaza. Bir sır. Yalan üstüne yalan. Gerçek aşk. Gerçek. "Bizler yalancıydık. Güzel, ayrıcalıklı ve dertsiz tasasız. Lüks içinde yaşıyorduk. Çatlayıp kırıldık." [ 'Yalancılar' kitabının Taekook'a uyarlanmış halidir. ]