o ceylanın gözlerini söndüren benim

212 16 18
                                    

"Jungkook-ah! Sana kargo var." Yoongi hyungun seslenişi ile yerimden fırlamıştım adeta. Zilin çaldığını duymuştum fakat bilgisayar başına çivilenmiş gibiydim, kalkmaya çok üşenmiştim. Oysa kargo kelimesi beni içeriye ışınlamaya yetmişti. Çünkü beklediğim gün nihayet gelmişti. Kim Turkuaz'ın yeni romanı elime ulaşmıştı.

Paketi açarken Yoongi hyung gözlüklerinin ardından bana yadırgar şekilde bakıyordu ama umurumda değildi. Aslında kitabı gidip kitapçıdan almak, çıktığı gün bağrıma basmak istemiştim fakat son günlerde öyle yoğundum ki bilgisayar başından yalnızca yemek yemek ve tuvalete gitmek için kalkmıştım. Yine de önemli değildi, kitaba şimdi de sarılınca aynı etkiyi vermişti.

"Jungkook, işi yarına bitirmelisin. Bunu unutup kitabı okumaya başlama sakın." Dudaklarımı büzüp kırk kez okuduğum arka kapak yazısına göz attım.

"Biliyorum hyung. Bunu deli gibi istesem de yapmayacağım, merak etme." Yoongi hyung online toplantısı için odasına geçti. Ben de sabah teslimat mesajını aldığımdan beri yaptığım gibi çizimi yapmaya devam ettim. Kitabım hemen monitörün yanından beni izliyordu, bu biraz böyle sürecekti.

Yoongi hyung bu yazara bu denli saplantılı olmamla dalga geçiyordu biraz. Dalga da denilemez, yalnızca anlayamıyor. Hatta kimliğini belli etmediği için ona uzaylı diyordu. Senin şu uzaylı yazar, uzaylının kitapları vesaire vesaire. Yine de Dolunay Tepesi satışa çıktığı zaman telefonum kapanınca hemen kendisi sipariş etmişti. Benim ne denli değer verdiğimi biliyordu çünkü.

Saate baktım, neredeyse gece yarısı olmuştu. Oturmaktan uyumuştum, az bir şey kalmıştı neyse ki. Bir an önce bitirip kitaba başlayayım diye yemek dahi yememiştim ama karnım zil çalıyordu artık. Yoongi hyung uyumuştu, sabahki toplantıya katılacaktı. Tasarımcılar henüz katılmıyordu yoksa hem benim işim daha da uzardı hem de canım kitabımı okuyamazdım. Önümde bir hafta bir boşluk vardı şimdi, bu kitabı bitirmeme yeter de artardı.

Kendime bir kahve ve tost yaptım. Kırmızı kapağındaki dolunay altında parlayan ceylan bana bakıyordu, sadece bir sayfa okusam ne olurdu ki? Çok merak ediyordum, bu defa karakterlerin isimleri bile öyle güzeldi ki. Luna ve Feza. Kim Turkuaz'ın kitaplarında en sevdiğim şey de buydu zaten, karakterlerin bizim hayal gücümüze bırakılmış olması. Belli fiziksel özellikleri hariç karakterlerin neye benzediğini asla belirtmezdi, cinsiyetlerini dahi. Bu yüzden de hikayelerini, yaşamlarını daha çok merak ediyordum. Bu seferki hikâye de oldukça ilginçti. Liseli bir genç, yeni taşındıkları evde eski bir günlük buluyordu ve onu okudukça kendi hayatındaki ilişkiye yön veriyordu. Klişeydi elbette bu tarz bir konu ama benim için Kim Turkuaz ne yazarsa yazsın baş yapıt seviyesinde oluyordu.  Kitap bana baktıkça dayanamadım, tostum neredeyse bitmişti ama ilk sayfayı açtım.

"Odadaki kutulara baktım, bunları yerleştirmem epey zaman alacaktı. İçlerinden en küçük olanı açtım, içinde anılarım vardı. Terk ettiğim her şeyin bir özetiydi adeta. Fısıltı bana kızıyordu ama haklıydı sanırım. Şimdiden bile ona uzak olma fikri dayanılmaz olmuştu. Aradaki bu mesafe, bizi nereye götürecekti? Gözüme takılan çerçeveye baktım, ne de güzel gülüyordu. Fotoğrafı okşarken kendime hatırlatma yaptım: Ne olursa olsun, bu ilişki ayakta kalacak.

Önce bu kutudakileri yerleştirmeye karar verdim. Çerçeveyi komodinin üzerine koyup anı defterlerimi çıkardım. Şimdilik çekmecelerin birine koysam iyi olacaktı. İlk gözü açtığımda başka bir defterle karşılaşmıştım, benim olamazdı. Açtığımda içerisinden bir ceylan çizimi düştü. Çok güzeldi fakat eskimişti. Kâğıdı geri koyup sayfaları karıştırdım. Bu bir günlüktü sanırım. Etrafa, eşyalara baktım. Bu yol yorgunluğu ile yerleşme işi biraz bekleyebilirdi. Defteri alıp çarşafsız yatağa uzandım ve ilk sayfaya biraz göz attım.

dolunay tepesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin