Üç Elma

54 15 120
                                    


Karanlık bazı ışıkların zaferidir.
Kırmızı aysa kadınların...

Gece, ışıklarla süslenen karanlığını bir masalmışçasına anlatıyordu. Sokaklar sakin, güzel bir vaktin son demlerinin habercisi gibiydi. Ilık ılık esen rüzgar esenlik veriyordu hayatın sorunlarından kaçan ruhlara. Tek tük ağaçların yaprakları bir ritim tutmuşlar ve dans ediyorlardı adeta. Hışırtılar rüzgarla kayboluyordu, hışırtılar rüzgarla var oluyordu. Yıldızlar birer resim çizmişlerdi gökyüzüne, parlıyorlardı hevesle. Ay yine huzuru vermek istiyordu ışığıyla. Adım sesleri, fısıltılar, toplanan tezgahlar, kapanan kepenkler, ara ara gülüşmeler de insanoğlunun tıkırtılarıydı.

Yavaş yavaş ayrılıyordu insanlar duvarların arasına, yuvasına, uyumaya. Farklı bedenler, farklı ruhlar, farklı nedenler, farklı dertler...

Birkaç insan kalmıştı geriye, birkaç kedi çöpün içinde açlığını gidermenin savaşını veriyordu. Birkaç yıldız kendine girecek resim bulamamıştı.
Yalnızdı bazı yıldızlar bazı insanlar gibi...

Sonra bir adım sesinden çığlıkları duydu ay. Birinin adımları feryat ediyordu ama sessizdi. Ay en çok söyleyemediklerimizi duyardı belki de.

Söyleyemediklerimiz kalbimizin harbinden bir notaydı. Kimimizinki heyecanlı, kimimizinki feryat figan.
Adımlarının feryadını kimsenin duymadığı o sesiz kadının gözlerindeki acıyı görebilmek için acının tadını bilmek gerekirdi belki de.

Üzerinde kefenin kokusunu yayan beyaz bir elbise, elinde dikenlerini parmakları arasında gezdirdiği sarı güller. Sarı kıvır kıvır uçuşan saçları ve çıplak ayakları...

Adım seslerini duyuran çıplak ayakları, bal renginden kırmızıya dönen gözleri ve ıslanan yanakları...
Bir bankın önünde durdu feryatların adımları, oturdu kadın. Elindeki güllere daha sıkı sarıldı parmakları, delik deşik oldu yaraları. Dudaklarını hiç kımıldatmadı. Yavaş yavaş inerken gözyaşları, eli kana bulandı.
Acıdan elindeki güller yere döküldüğünde avuçlarında gezindi gözleri. Titredi, rüzgardan mıdır bilinmez. Derin bir nefes aldı. Gülümsemeye çalıştı.

-Hala güzel kokuyorsunuz dedi dudaklarını oynatmaya çalışarak.
Güllere baktı, gülümsemesi dağıldı ve hıçkırdı.

-Benim avuçlarıma kan bıraktınız ama hala güzel kokuyorsunuz!
Elindeki güller kaydı ve yerle buluştu.

Çığlığı sokağa acıyı çağırdı, sokak lambaları titredi. Işıklar karanlığı anlatıyordu, ışıklar karanlığı anlatamadı. Çığlıklar kadının karanlığını anlattı.

Gecenin karanlığı yaralı eller tarafından sarıldı, ışıklar yollara döndü. Kadın yine yalnız kaldı.
Avuçlarındaki kan beyaz elbisesine damlamaya başladı, gözleri kanın beyaza bıraktığı lekelere bir şeyler anlatıyordu, bakışları sessiz kalıyordu.

Dudaklarını araladı, konuşamadı. Gözyaşları hızlandı, hıçkırdı bir kez daha.
-Neden elbise lekeleniyor? Neden katiller cesetlerden temiz?

Boğazından kopan hıçkırıkların arasından bağırdığında yalnız kalan yıldızlar birbirlerine bakıp acıyla tebessüm ettiler karanlığa.

Ve gökyüzüne kadının resmini çizmeye başladılar, kadın avuçlarını sıktı. Kalbinin sesiyle yavaşça kaldırdı kafasını gökyüzüne.

Yalnız yıldızların acemi resmini gördü bal rengi irisleriyle, kırmızıya dönmüş ballarıyla. Gülümsedi.

-Acının resmini yalnızlar çizer, parlak yıldızlar yalnız mı?

Sessizlik kadının kalp atışlarını dinleyen yıldızların sessizliğiydi. Bütün ses akan kanın feryadındandı.
Kadın yıldızlara bakarken susmuyordu, bakışları sevgiyle acının resmine yazılan şiir gibiydi.

ÜZERİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin