1

9 3 0
                                    

Eğer son içtiğim bir şişe soju ile beyaz ışığı görmediysem, bu odanın bu kadar beyaz olması mümkün müydü? Ciddiyim, bu kadar beyaz olmasının imkanı yoktu.

Evet, uyandığımda her şeyden önce aklımda yer edinen soru buydu. Nerede olduğumu, neden burada olduğumu geçmiş; gözümü acıtacak kadar beyaz olan odanın rengini sorguluyordum.

Zar zor araladığım gözlerimle incelediğim kadarıyla odanın içinde sadece üzerinde yatıyor olduğum bembeyaz bir yatak ve köşede yine bembeyaz olan bir sandalye vardı. Bir de üzeri kalın beyaz perdelerle örtülmüş bir pencere.

Bu bütün beyazlığa karşın yatağımın tam karşısında gözlerimi açtığım andan itibaren geriye doğru akan kıpkırmızı 58 dakika vardı.

Bana bahşedilen bu kar gibi odayı neye borçluydum, hiçbir fikrim yoktu. Hastanede olamazdım, evimde olmadığım da aşikârdı.

Neredeydim ben?

Yavaş yavaş yüklenen sorular şimdiden başımı ağrıtmaya başlamıştı. Doğrulup son kez odayı inceledikten sonra ayağa kalktım. Bir anda kalkmış olmamın getirisiyle küçük çaplı bir baş dönmesi sonrası kendime geldiğimde en son üzerimde olan iş gömleğim ve pantolonum yerine odaya uyum sağlarcasına bembeyaz bir eşofman takımı giydiğimi gördüm. Çatılan kaşlarımın bu seferki sebebi birilerinin bedenime izinsiz dokunmuş olmasıydı. Kimdi bunlar?

Tanrım, hatırlamamda yardımcı olursan iyi edersin.

Bir dakika, bu odanın kapısı nerede? Belki de oda bembeyaz olduğu için kapıyı ayırt edemiyordum. Kare odanın duvarlarına daha çok yaklaştığımda bu tezimi çürütmüştüm. Bakın eğer başka bir dünyada yaşamıyorsak, her odanın bir kapısı olurdu. En azından ben öyle biliyordum. Hadi ama, kapı yoksa beni buraya nasıl getirdiler? Yaşadığım dönemde henüz ışınlanma gibi bir olay söz konusu değil.

Telaşlanarak etrafımda dönmeye başlamıştım. 58 dakika şimdi 47'ye düşmüştü. Nasıl çıkacaktım bu lanet beyaz odadan? Kendi kendime sorduğum sorular arasında gözüme ilişen kapalı perdeleriyle önümde duran pencere sevinç nidaları atmama sebep olmuştu.

Zaten küçük olan odada birkaç adım atarak pencerenin önüne geldim. Sıkı sıkıya örtülmüş perdeyi araladığımda karşılaştığım manzara nefesimi tutmama, gözlerimi kocaman açmama sebep olmuştu.

Hiçbir yerdeydim.

Aynı zamanda her yerde.

Kocaman açılan gözlerime tezat çatılan kaşlarımla önümdeki "şeyi" izliyordum. Bakışlarımı yakalayan her santim bir önceki saniyeye göre başka bir şekli alıyordu. Bunu nasıl anlatmalıyım bilmiyorum, karşınızda bir yol olduğunu düşünün; tekrar baktığınızda göle dönüşen bir yol.

Her şey allak bullaktı. Renkler, objeler, canlılar... Baktıkça gözlerim kamaşıyordu. Az önce gördüğüm tavşan şimdi kırmızı bir ceylandı, kocaman gülümseyen surat üzgündü. Varlığı imkansız olan yaratıklar uğradı bakış açıma. Sanki gözümün önünden milyonlarca fotoğraf karesi birbirine karışarak saniyeler içerisinde geçiyordu. Yerçekimi karşımdaki "şeye" uğramamıştı. Bu karmaşa ağrıyan başımı daha da ağrıttığı için geriye doğru atılıp köşedeki beyaz sandalyeye attım kendimi.

Başım iki elim arasında gözlerimi aynı az önce sıkı sıkıya kapanan perdeler gibi kapatmıştım. Gördüğüm manzara neydi? Neden buradaydım? Duvardaki 30 dakika neyi simgeliyordu? 30 dakika sonra ölecek miydim? Ölmüş müydüm? Öldüysem tanrı neredeydi? Nasıl çıkacaktım? Pencereyi açmak istememiştim, kocaman bir karmaşaya atlamak gibi bir derdim yoktu.

Hatırlamak istercesine saçlarımı çekiştirdim. En son tek başıma bir bardaydım. Elimde bir bardak içkiyle iş çıkışı bara giderken gördüğüm yaşlı adam ve yanındaki benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim adamı düşünüyordum. İçimdeki ses biraz daha gerilere uğramam gerektiğini söylüyordu. Daha da sıkı kapattığım gözlerimle zihnimi hatırlamaya zorladım.

Annihilation [TaeKook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin