❝Arada bir beni çekiyorlar kerpeten gibi❞

58 4 0
                                    

Ellerimi hırkamın cebine koydum. Çünkü hava soğuktu.

Kalbim daha soğuk.

Her bir kaldırım taşından nefret ettiğim mahalleye baktım. Bu şehir beni kaybetmişti. Bu şehrin kötü insanları bana kendimi kaybettirmişti. Bazen dilemmalar beni bırakmıyordu. Bir an gözlerimi her şeye kapatıp bir duvar dibine oturmak istiyordum. Başka bir an ise içimde cılız sesiyle bağıran gücümü toplayıp kimsenin gözüne bakmadan korkusuzca yürümek istiyordum.

Bu şehir beni hiçbir zaman serbest bırakmayacak.

Kabul ettim. Zor oldu. Ama hastalıklı bir insan gibi bakılmak artık ruhuma işledi. Aslını bilseniz de bir zamandan sonra herkesin inandığına siz de inanıyordunuz. Kendimle ilgili düşüncelerim bile bana ait değildi.

Çok zavallıydım.

Çok kirliydim.

Çok yorgundum.

Başımı önüme eğdim. Sanki yapmam gereken buymuş gibi. Kaldığım eski apartın ağır kapısını bıraktım. Kırık taşlı yolun üzerinden geçtim. Herkes o yolun etrafından dolanıyordu, oysa ben o taşların üzerine layık olmak için vardım sanki. Hiçbir şey benim kadar eğreti durmuyordu. İçimden kimseyle karşılaşmamak dualar ederek, bunu yapacak hakkım kaldıysa tabi, hızlı adımlarla köşedeki bakkala ilerledim. Tam da o filmlerdekiler gibiydim; üzerimde askılı siyah atletim ve gri hırkam, altımda eski bir eşofman ve terlikler.

Klasik bir oruspu. Ya da fahişe. Kim ne söylemek isterse onu söylüyordu. Bir tek ben bilmiyordum kim olduğumu. Nerden geldiğimi, nasıl yaşadığımı.

Yaşayamadığımı...

Kaldığım aparttaki kimse beni sevmezdi. Kabullenmezdi. "Burada ne işin var çıktığın geneleve dön." diyenden, "Bizim de bir ayağımız alışsın gelir gideriz." diyenlere kadar vardı. Erkekler aşağılıyordu, kadınlar nefret ediyordu. Çocuklarıyla konuşturmuyordu. Sevdiğim sokak hayvanının bile bahçeye girmesine izin vermiyorlardı.

Huzursuzluk.

Tanımım buydu sanırım. Yoksa neden ilk geldiğim gün insan gibi davranan insanlar ne olduğumu öğrenince yüz çevirsinlerdi. Neden çöplerini kapımın önüne yığıp, penceremi taşlasınlardı. Sorun bendeydi. Tek sorun bendim. Olmamalıydım.

Mahallede bana tek iyi davranan bakkalın sahibi Ömer amcaydı. O da olmasaydı burada asla barınamazdım. Gerçi ben hiçbir yerde barınamazdım ama işte. Cebimdeki parayla ekmek ve ben sevdim diye ben dışında kimsenin sevmediği adını Mabel koyduğum küçük tatlı kediye mama almak için bakkala girdim. İçeride mahallenin gençleri vardı. Bir tanesiyle göz göze geldiğim anda kafamı çevirdim. Parmaklarım hırkamın kollarını sıkıca kavradı. Dudaklarımı ısırdım. Nolur bakmayın, nolur konuşmayın hakkımda ben yokmuşum gibi, nolur beni görmezden gelin. Yalvarırım.

"Ruhan, kızım hoşgeldin." Ömer amcanın sesini duyunca hemen gülümseyerek başımı ona çevirdim. Kurumuş boğazımı ıslattım.

"Hoşbuldum Ömer amca, nasılsın?"

Elini büyük göbeğinin üstüne yerleştirdi. "İyiyim kızım iyiyim çok şükür, sen nasılsın?"

"İyi." kırılmış tırnağımla parmağımın kenarındaki eti soymaya başladım. "Ekmek ve süt alacağım, bir de Mabel'e mama."

"Tamam kızım ne çekiniyorsun hala geç al ihtiyacın olanları."

Minnetle gözlerimi kapatıp açtım. Mahallenin gençleri hala yerli yerinde duruyorlardı. Değmemeye çalışarak yanlarından geçtim. Titriyordum. Korkuyordum hala ve bu korku hiçbir zaman geçmeyecekti. Dolabı açıp süt alırken birisinin mırıldandığını duydum. "Kendini doyuramıyor daha kedi besliyor."

İsimsiz HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin