Adamlar girip çıkıyordu evime. İstediklerini alıp gidiyorlardı. Çaldıkları bendendi ama ben kendimde değildim.
Kalktığımda vakit akşam olmak üzereydi. Perdeler kapalı, içerisi karanlıktı. Bugün dinleniyordum, yarınsa yine rahat bırakmayacaklardı.
Bu şehre ilk geldiğimde, yolumun düştüğü genelevin başında bir adam vardı. Bilindikti. Kadınları satıyor üzerinden para kazanıyordu. İstemediğimde, sorun çıkarmaya başladığımda beni tehdit etmişti.
"Bak kızım, bu işe girdin mi çıkışı yok. Sen bıraksan o seni bırakmaz. Üstüne yapışmış bu isim senin. İşini yap paranı kazan, hayatını yaşa. Ha dersen ki yok ben giderim, ya gittiğin yerde de bana para kazandırmaya devam edersin ya da gideceğin yer belli."
Ölmek kolaydı, ama istemedim. Hiçbir umudum yoktu ama yine de yaşamak istedim. Belki ölsem daha iyiydi, bu isimle anılmaktan, bu isimle yaşamaktan ama...
Olmadı, olmuyor, olmayacak.
Yaşasam ayrı dava, ölsem ayrı dava.
Gök nerede? Ah bir bulabilsem.
Herkesin gökyüzü farklıdır. Kiminki yanındakidir, kimininki dinlediği şarkıdır, kimininki okuduğu kitaptır, kavuşamadığı aşkıdır, hayalleridir. Kiminin gökyüzünde sayısız yıldızlar vardır. Kiminin gökyüzü ise tavandan ibarettir. Benimki gibi. Bir genelev veyahut eskimiş bir evden ibarettir. Çatısı olması da pek önemli değildir. İçine sığamadığın zaman bir evinin ya da çatının olmasının hiç bir kıymeti kalmaz çünkü.
Hani bazen olur ellerin boşluğa düşer ya, sürekli içinde bulunduğum durum buydu işte. Tutunacak, yaslanacak bir şeylerim olmadığından ellerim hep boşluktaydılar.
Düşünmesi kolay geliyor herkese, anlaması ise zor. Öyle yargılayıcı bakıyor ki insanlar, asla suçu kendilerinde aramıyorlar. Bu hep böyledir. Ne zaman toplumda bir bozukluk meydana gelse o kişiler suçlanır. Sanki tüm düzenden onlar sorumluymuş gibi.
Çok sık düşünüyorum. Günümüzde binlerce kadın cinayetleri işleniyor, şiddet uygulanıyor. Hala bazı yerlerde ilkel zamanlardan kalma gelenekler devam ediyor. Peki bu neyle alakalı? Erkekler kadınlardan bedenen daha güçlü, kimileri suçsuz ama kimileri var ki güçlerini deneme tahtası gibi kadınların üzerinde deniyorlar. Sorun hangisinde? Erkek olmak mı? Güç sahibi olmak mı? Kadınlar şu anki erkek sıfatının içinde yer alsalardı. Daha güçlü olan kadınlar olsaydı. Tüm roller değişiklik gösterseydi. Yine mi aynı olacaktı. Güç yanında olan kesim her zaman diğer tarafı mı ezecekti? Erkek cinayetleri mi gündemimiz olacaktı?
Kanaatimce güç bazı insanlara ağır geliyor. Taşıyamayacakları kadar ağır.
Ağzımdaki kurulukla yutkunmaya çalıştım. Başım da çatlayacak gibi ağrıyordu. Yarın...ah yarın. Her şey bir kısır döngü gibiydi. Gelenler, gidenler sıraya bağlıydı.
Açık kumral saçlarımı koltuğun ucunda bulduğum tokayla bağladım. Saçlarımı ne çok severdim. Eskiden. Kendimi de sevdiğim zamanlarda. Yaşım gençti ama sanki yıllardır bir zincire vurulmuş gibi hissediyordum.
Ayaklarımı çıplak yere bastığımda vücudumu bir ürperti sardı. Mutfağa gidip dünkü gibi ağzıma ekmek atıp süt içtim. Kollarım incecik kalmıştı. Benim neremi beğeniyorlardı ki? Bir de başıma yeni bir bela almıştım. O Arif denen adamın arkadaşı peşimi bırakmayacaktı.
Eski tuşlu bir telefon kullanıyordum. Fikri denen kadınları pazarlayan adam zorla elime tutuşturmuştu. Birisi arıyordu. O adam olmasın diye dua ederek telefonu elime aldım.
Suzan arıyor...
Uzun süre sonra ilk defa yüzümün gülmesine sebep olan kişi Suzan'dı. Canım Suzan. Orada kaldığım zamanlar en yakın arkadaşımdı. Kabul, hepimiz şanssızdık ama Suzan'ım kurtulmuştu. Bir adama aşık olmuştu. Kaçmaya çalışmıştı, ayaklarını kırmışlardı bir daha kaçamasın diye. Çok ağlamıştı, çok canı yanmıştı. Aşık olduğu adam onu çekip almıştı oradan. Beni hiç yalnız bırakmak istememişti ama kurtulacak bir kişi vardı aramızdan. Ojesi soyulmuş parmaklarıyla tutmuştu ellerimden, aramızdaki bağ öyle derindi ki konuşmadan anlatmıştı hissettiklerini.