Elleri titriyordu. Ona bu kadar bağlanabileceğini tahmin etmemişti. Oradaydı işte. Elini koyduğu kalbinin üzerinde hissediyordu. Fakat korkuyordu. Korkaktı. Ayaklarını kalbinin istediği yere götüremiyordu. Sebebi o değildi. Uzaktan sevmeye alışmıştı. Onu kırmaktan, herkesin gördüğü gibi gördüğünü zannetmesini istemiyordu. En çok bundan korkuyordu. Hiçbir şey onun gibi sarsmıyordu. Elini ellerinin arasına almak kalbinin üstüne bastırmak istiyordu. Utanıyordu, korkuyordu, çekiniyordu. Zannediyordu ki giderse ona herkesin baktığı gibi bakar. Ne içindeki feryadı dindirebiliyordu ne de korkusunu. Çok geç olursa bir gün diye korkuyordu her şeyden önce. Evinin ışıkları söndüğünde kalbinin ağrısı artmıştı. Karanlık bir köşede onun küçük kedisiyle beraber bekliyordu. Apartmanın kapısının kapanma sesiyle gözlerini kapattı. Kimin çıktığını görmek istemiyordu. Kendini tutamamaktan korkuyordu. Onun gözünde inciten bir adam olmak istemiyordu. Ona zarar verenlere kendi gözünden onu göstermek istiyordu. 12 Temmuz. İlk kez gördüm, ilk kez sevdim. İlk kez kalp nasıl ağrırmış hissettim. Cesaret edemedim, korktum. 12 Ocak. İlk kez güzel gözlerini yakından gördüm, güzel sesini aklıma kazıdım. Seni ben bir daha çok sevdim."
12 Temmuz ve 12 Ocak.
Eskimiş sokağın duvarlarının birinde yazılı, eskimeye devam edecek.
Beni ne anlatır bilmiyorum. Beni kim anlar bilmiyorum. Az önce kapattığım telefonun başında sessizce oturuyorum. İçim çekilmiş. Küçük eziklerim var, canım yanıyor. Ama önemsiz çünkü bugün yenileri açılacak. Diğerlerinin izi geçmeden.
Aramıştı yine. Gidecektim. Gitmek zorundaydım. Zorunda bırakılmanın yaktığı kadar hiçbir şey canımı yakmıyordu. Gidecektim, süsleyeceklerdi zorla piyasaya sunulan bebek gibi tanıtacaklardı hiç tanımadığım, yaşlı, genç, evli, bekar, iğrenç fantezileri olan adamlara. Üstümden para kazanacaklardı. İşim bitecekti sonra. Göndereceklerdi evime. Bir gecelik diye diye gecelerin yükünü sırtıma bindirmişlerdi.
Üstümdeki hırkayı avuçlarımda sıktım istemsizce. Saçlarım darmadağındı, duş almam gerekiyordu. Soğuk suyla duş almak tercih olarak sunulduğunda güzel olabilirdi belki ama sıcak su olmadığı için yaz kış fark etmeksizin soğuk suyla duş almak güzel değildi. Eskimiş telefonu onun gibi eski radyonun yanına bıraktım.
Kapının yanından geçerken hırkanın kolu kapının koluna takılınca geriye doğru tökezledim. Kapının soğuk demir koluna temas edince kolum sızladı. Hırkanın kolunu çektikten sonra yukarıya doğru sıyırdım. Küçük, şu an yeşil ama morarmaya başlayacak ezik sızlıyordu. Umarım bir de bunun için dayak yemezdim.
İki odalı evin hiç girmek istemediğim yatak odasındaki küçük banyoya girdim. Suyun altındaki kırıklardan akıp gittiği kovaya dolsun diye suyu açtım. Elimi suya değdirdim. Yüzümü buruşturdum, buz gibiydi. Su dolarken tekrar odaya dönüp üstümdekileri çıkarttım. Banyoya girerken aynadaki görüntüme düştü bakışlarım. Kaburgalarım uzaktan sayılacak hale gelmişti artık. Beğenilecek yanım yoktu neremi beğeniyorlardı bilmiyordum ama onlar için fark etmediğinin de farkındaydım.
Onlar bilmez, onlar bilmez. Vururlar yüzüme.
Kendimi taburenin üstüne bıraktım. Soğuk suyu başımdan aşağı dökerken dudaklarımdaki cansız tebessümün sebebi vardı.
Annesini arıyordu kız. Küçük kızlar annesini hep ararlardı.
"Paranı düzgünce kazan da sıcak suyumuz olsun buz gibi suyla banyo yaptırıyorsun beni!"
Sesler banyodan geliyordu. Gizlice banyoya doğru ilerledi. Kapı hafif aralıktı. Annesi, babasını nasıl taşıdığını bilmediği o kırık taburede oturan babasını banyo yaptırıyordu. Her ne kadar 13 yaşında da olsa babası annesine ve kendisine o kadar iyi davranıyordu ki kız hiçbir şeyin farkında değildi.