eğildim, tohumumu diktim ona

28 2 0
                                    

Kalemi ağırdı, dil ve üslubu o kadar derin ve içtendi ki adeta suyun üzerinde yüzen güz yaprakları gibi huzur veriyordu insanın sinesine. Yumuşak, anaç tavrı onu o yapan en hakiki unsurdu fakat soğukluğu ve duvar örmeyi de çok iyi bilirdi. Yanından ayırmadığı dostları en değerli şeyiydi belki de, hangisine sorsak onu anlatırdı o dostları. Sayfaları onu çizerdi, satırları o kokardı dostlarının, içinde en samimi ve saf duygularıyla.

Feminist küçük bir çocuktu resmen; sürekli sırtını başkalarına dayamak zorunda kalan ve tartışmalardan korkan, kaçan, kaybetmek istemediği için etrafındakileri saklanan karanlığa; narin, günahkar ellerim tarafından kırılmış minik bir kalbi vardı göğüs kafesinin etrafında bir kalkan ördüğü kemikten bir kafeste saklanan.

Sarılan ve paçana tutup bırakmayan bir kız çocuğu gibiydi gözbebeklerinin içindeki aynadan yansıyan çırpınışları.

Dışarıdan da dikkat çekiciydi; herkes tarafından sevilen, gizemli bir kişiliği ve kültürlü yapısı sayesinde -farklı güzellikteki dış görünüşünün büyüleyici etkisi de vardı tabi- herkesi bir mıknatıs gibi kendine çekerek Eros'un zalim ama itaatkâr oklarını kalplerinin ortasına saplardı acımasızca. Ama hiçkimse, ben hariç kimse onun en karanlık ve en ürkütücü aynı zamanda masum olan üstü tozla kaplanmış sırlarını, delice düşüncelerini, sorgulayıcı benliğindeki zaman zaman parlayan nefretini, geçmişinin ardına saklanmış ukalalığının içinde duran o bir anda ortaya çıkan, sadece kendisini düşünen umursamazlığını, üstün bakışlarının içinde çırpınan hüznünün ve kederinin asıl kaynağını, en önemlisi ise etrafını güzel kokan çiçeklerle; leylak, lotus, biraz karahindiba ve kiraz çiçekleriyle kapladığı o günahlarını koyduğu sandığın yerini bilemezdi.

Ben bilirdim. Çünkü bu günahkâr ellerle kırıp parçaladığım minik yürek, şüphesiz o çiçeklerle kaplı ama hala günah kokan sandığın sahibinden başkasına ait değildi.

Avuç içleri kesiklerle doluydu, uzun çirkin tırnaklarını hep oralara batırır yaralarının kapanmasına izin vermezdi; onu ayık tutuyormuş yaralar, hayatın iplerine tutunmasını sağlıyormuş. Güldüm. Ona defalarca ipin çoktan koptuğunu, yürüyen bir ceset olduğunu ve boktan hayallerini katledip etlerini çiğ çiğ yediğini hatırlatmak istedim ama inan bana sonradan bu hiç umrumda olmadı. Çünkü siktiğimin hayatına istediği gibi tutunup yaşıyormuş rolü yapabilirdi ama bilirsiniz, dünyanın en iyi piyeslerinin bile kenarında siyah küçük boktan bir hata vardır. Oyuncu o hatayı farketmediyse ben sadece verdiğim bilet parasını geri ister, kıçına tekme savurduğum kapıyı ardımdan çarpıp siktir olup giderdim.

Günah tohumlarını kaynattığı kazanda kavrulmuş bir halatı vardı onun. O günah ağacının dallarından oluşmuş kalın ipler ince beline sıkı bir düğümle bağlanmıştı. Hayalini kurduğu o gülünç mutluluğa heyecanla koştuğu her anda günahlarına bağlı halat anında geri çekerdi onu. Öyle hızlı çekerdi ki karın boşluğuna tekme atıldığında nefessiz kalan ya da bacak arasına diz geçirildiğinde iki büklüm olan bir uçkurlu gibi can çekişirdi yerde. Bazen kaburga kemiklerinin kırıldığını duyardım ve yüzümü ekşitip giderdim o boktan manzarayı görmemek için.

Gelirdi yanıma; derdi ki kemikleri kalbine batmış, şimdi onu sevmezsem kalbini parçalarmış bu kemikler, okşamalıymışım başını. Bir kedi gibi sırnaşır köpek gibi bakışlarını dikerdi üzerime istediğini yaptırana kadar ve merhametli bir anne gibi kucaklamamı beklerdi onu. Elimi eline değdirsem zehrim bulaşır diye korkardım, daha çok günaha bulanır diye, bulandım sanmaz da sonradan halat tüm kemiklerini kırmaya başladığında suçlar beni diye. Uzanıp öpersem kiraz kokan dudaklarını kokusu kaybolur sandım, kömür karası günah kokum ona geçer diye endişelendim çok ama sonra bakamam yüzüne diye korksam da uzanıp öptüm saçlarının açıkta bıraktığı alnını.

Eğildim, tohumumu diktim ona, kendininkini değil benim ağırlığımı da verdim üzerine, beş çocuklu evi geçindiren bir babanın üzerine eşininde eve gelince söylenip bıraktığı yük gibi. Titredi omuzları, kırılan kemiklerinin acısı arttı belli ki ama gülümsedi yine de. Minik parmakları elimi kiraz dudakları dudaklarımı buldu ve kabul etti yükümü üzerine, çekti dumanlarımı içine, yuttu tüm tohumlarımı. Ben gibi kirlendi şimdi, karalığım ona da bulaştı ama o yine de gülümsedi.

Üzgünüm Jimin.


-landxy

günah tohumlarımı diktim onaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin