101008

43 2 2
                                    

Söze nasıl başlamalıyım bilmiyorum. Hafif sıcak çayımı yanımdaki gri saçlı, yalandan kitap okuyan kızla beraber yudumlarken  odada duran koca kitaplığa çevirdim gözlerimi. Birkaç yıl önce birçok sanatkârın sanatlarını kendi sanatıymış gibi saklayan kız, şimdi kitapları sadece 'okuyor' denilmesi için okuyormuş taklidi yaparken bende elimdeki kırmızı elektro gitarımla ilgileniyordum.

O pek insanları sevmezdi. Bu yüzden sürekli odasına çekilip kitap okur, kedisi Hera ile ilgilenirdi. Bazen deli gibi olur olmadık şeylere gülerdi, bazen ise tüm evren başına yıkılmış gibi ağlardı. Neden ağladığını ya da neden üzüldüğünü sorduğumda üzüntüsünü tatlı hüzün olarak adlandırırdı.

"Çay içmek istemiyorum artık ben"

Elinde tuttuğu cam bardağı yere fırlatıp sesten korkan kedisini sevmeye başladı. Her zamanki bahanelerini bana sunarken parmakları yavaşça elimde tuttuğum gitarın tellerini tutup çekiştirdi.

"Bundan da ne anlıyorsun bilmiyorum ama iğrenç bir şey." dedi tiksinerek gitarıma bakarken. "Aynı onun gibi."

Yüzünü küçük elleriyle saklayıp tatlı hüznü yüzünden akan yaşları silerken saçının bir tarafından tutup çekiştirdi. Aylar önce tanıştığı bir kız ile sürekli dışarı çıkardı. En sevdiği şey pazar kahvaltısını kedisi Hera ile yapmakken artık pazar günleri sabah sekiz buçukta kalkar akşam bir ya da ikide gelirdi. Geldiğinde de leş gibi içki ve sigara kokardı, kokusuna doyamadığım kadının bedenine sinmiş sigara kokusu bir nebze daha nefret etmem yardımcı olurdu.

Bu zamana kadar arkasını hep ben toparlardım, her zaman tüm sevgimi vermeye hazırdım. O ise sürekli o kızın peşinden gidip beni ikinci plana atardı. Aşk değildi onunki, tek taraflı sapıkça bir tutku.

Yanımdan kalkıp hışımla odasına çekilirken sandalyesinin üzerine bıraktığı kitabı almıştım. Onun okumuş gibi yaptığı ama benim gerçekten okuduğum İnsancıklar'a tam on ikinci kez tekrardan başladım.

Dikkatimi birkaç saniyeliğine yerdeki kırık camların çekmesi ile elimdeki kitabı bırakıp camları dikkatlice avcumun içerisine yerleştirdim. Dikkatlice dediğime bakmayın, her zamanki sakar chae yine kendini gösterip avcumun içinde yara oluşmasını sağlamıştı. Elimden akan kana aldanmayıp kırıkları avcuma doldururken kapının pervazına yaslanmış gri saçlı kızın beni öylece izlemesi hiçbir şey hissetmeme engel olmamıştı.

Kırıkları çöpe atıp yerime oturdum. Çayımın yanında duran peçeteyi avcuma bastırırken daha demin bıraktığım kitabı bacaklarımın üzerine koyup iki yüz kırk altıncı sayfasından okumaya devam ettim.

Nihâyet sırtını pervazdan ayırıp yanıma ilerledi ve bıraktığı boş sandalyeyi bedeni ile geri doldurdu. Elinde tuttuğu beyaz, üzerinde minik hayvanlar olan yara bandının yapışkanlarını korumak için yapıştırılan beyaz yerleri çıkartırken hafifçe gülümseyip soğuk ellerini onun aksine sıcak olan ellerime değdirdi ve avcumun içindeki peçeteyi alıp yere fırlattı.

"Belki yara bandı ile acını azaltamazsın ama" avucumun içine yarabandını yapıştırırken sanki bundan zevk alıyormuş gibi gülümsedi. "En azından üzerini kapatıp güçlüyüm izlenimi verebilirsin."

Aynı şekilde bende ona gülümsedim. "Senin de yara bantların var mı?" Söylediğim hiçbir şeyin hoşuna gitmediği gibi bu söylediklerim de hoşuna gitmemişti büyük ihtimalle ki bunu yüz ifadesinden kolaylıkla anlayabilirdiniz.

"Nerden çıktı şimdi bu?"

"Acılarının üzerini kapatıp güçlü izlenimi verebilirsin cümlesi bana seni anımsattı."

Bardağın kulbunu kavrayıp içindeki sarı sıvıyı kafasına dikti. İçtiği çay yüzünden mi, şekersiz olduğundan mı bilmiyorum ama içtikten sonra yüzü değişik bir hâl almıştı.

"Tatsız, tıpkı senin gibi Chae."

Olduğumuz durumun biraz olumlu yönünden baktığımda haklı olduğunu fark edip gitarımı işaret ettim. "Bir şeyler çalmamı ister misin?"

"Hah" diye bir nidâ döküldü dudaklarından.
"Bu iğrenç şey ile mi? Ah istemiyorum, kalsın."

Dediklerinde ciddi olmadığını tabiki de biliyordum. Normalde gitar ve piyano çalmaya bayılırdı, önceden demiştim ya yaptığım hiçbir şeyi sevmediği içindi bu tepkileri.

"Bugün yine gidecek misin onun yanına?"

Merak etmiyordum tabii ki de, sadece amacım konu değiştirip ortamdaki gergin havayı biran önce dağıtmaktı.

"Bilmiyorum." dedi parmaklarıyla oynarken. Umursamaz, bir o kadar da kalpsiz Lalisa konu o kız olunca savunmasız bir kediye dönüşüyordu. Ağlamak zorunda kalıyordu istemeden, gülmeyi tercih ederken. Deli gibi ağlıyordu yine o akşamki gibi. Onu sevmediğini söylediği günün akşamı da bu denli ağlayıp kendini tatlı hüzünlerinin içinde boğmuştu.

"Senin için neredeyse her şeyi yapmaya hazırım. Geçmişe dönüp işleri düzeltme şansım olsaydı bunu yapardım."

"İstemez." dedi tükürürmüşcesine. "Gel ve giyinmeme yardım et."

Lafını ikiletmeden odasına doğru yürümeye başladım. Üzerine siyah croptopunu giyip altına oldukça kısa siyah deri eteğini geçirdi.

"Hava soğuk sıkı giyin."

"Ne giydiğim seni ilgilendirmez."

"Peki." konuşmaya fazla cesaretim yoktu. Tıpkı odayı saran duvarların rengi gibi sarı saçlarımı saran tokayı çekiştirip özgür kalmalarını sağladım tıpkı benim olmak istediğim gibi bir özgürlükte.

“Gerçeğe sadece hayattan uzaklaşabildiğimiz ölçüde yaklaşabiliriz der, Sokrates. Sen bunun hakkında ne düşünüyorsun?” daha fazla gerilmemek adına sorduğum soruya karşılık her zamanki umursamaz yüz ifadesini almıştı.

"Düşündüğüm tek şey Sokrates'in tam bir aptal olduğu."

"Kanıtın var mı?"

"Ne kanıtı?"

"Sokrates'n aptal olduğunu kanıtlayan bir kanıt."

"Sözleri, çok aptalsın. Gerçeğe ulaşman çok zor."

"Peki buna herhangi bir kanıtın var mı?"

"Her şeye kanıt aramayı kesersen çıkacağım." dedi kırmızı rujunu dudağına yedirip kapağını kapatırken.

"Git." dedim kapıya yürüyüp kapıyı açarken. Siyah topuklularını giyip dışarı çıkışını izledim bir süre.

"Çok içme ve geç kalma, biliyorsun kapıyı kitlemeden uyuyamıyorum."

Gözlerini devirdi, her zamanki gibi.

Lalisa Manoban, 20.11.2020'de tamamen bir şarkı üzerine başladı arkadaşlığımız ve ben 08.12.2020'den beri aşığım sana. Lalisa Manoban. Ölü denizlerin içinde hayat bulan bulut grisi saçları olan kız. İnsan bindiği gemiyi, dinlediği şarkıyı, sevdiği insanı ne çabuk unutuyor. Hâlbuki bunların hepsini beraber yapmıştık biz. Benim ölü kızım, ölü olmana rağmen ölü gözlerinde yaşayan denizleri barındırıyorsun, renksiz gökyüzüne tüm renkleri getiren sensin. Milena'ya denildiği gibi:

Milena yardım et bana! söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.

Gece saat on ikiye vururken, birbirine kenetlenmiş dudaklar gördüğümde ölmenin ne demek olduğunu ilk defa o gün anladım. Yıllarca kalpsiz olarak adlandırdığım Lalisa Manoban'ın başka birini bu kadar denli sevmesinden çıkaracağım tek şey şansız olanın ben olduğumdu.

Tıpkı Georges'ın da dediği gibi;

"Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin."

yara bandı, chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin