Lütfen...
Lütfen, lütfen bırakma beni. Sensizliğe hazır değilim. Gitmeye hazır değilim. Korkuyorum,
çok korkuyorum. O karanlıktan çok korkuyorum. Nereye çıkacak orası, bir yere çıkacak değil mi? Bilmemek zor.
Peki sen? Sen beni bırakmaya hazır mısın? Gitmeme hazır mısın? Senden gidilmesine hazır mısın Minho?••••••••
Taeyeon, Fine
"Hey!" kulaklarına ulaşan sesle işaret parmağına taktığı ortası Uranüs şeklinde oyulmuş olan kalın gümüş yüzüğü ile oynamayı bıraktı. Ne zamandır kendi içinde kaybolmuştu? Düşüncelere nasıl daldığını hatırlayamıyordu. Günden güne daha derine iniyordu. Boğulacağı günü kendi de merak ediyordu. Düşüncelerini boğabileceği durumu çoktan arkasında bırakmıştı. Bundan sonra tek çıkış boğulmaktı. Kendi elleriyle kendi sonunu getirecekti ve yazdığı bu hikayenin silgisine ulaşamıyordu. Üstünü karalasa da yeter miydi? Denemeliydi.
"İlgini çekmek de kaybetmen kadar kolay olsa keşke. İki saniye önce halbuki dikkatine sahip olmayı başarmıştım." Yakınan sesle bu sefer kafasındakilerin sesini kısabildi ve oturduğu cam kenarındaki döner sandalyede onu döndürmek yerine kendisini sırtı kola denk gelecek şekilde kaydırdı. "Efendim, Hyunjin?" İlgisini çekmiş gibi davranıyordu ama aslında onun tamamen aklını verebilmesi yıllar önce bitmişti. Artık arka planda her zaman bulunanlar aklını toparlamasına izin vermiyordu. Dikkati çabuk dağılıyordu, neyse ki bununla birlikte yaşamayı öğrenmişti. Farkındaydı, en yakınları artık onun girdiği rolleri çözmeye başlamıştı, ancak bunun için elinden bir şey gelmezdi. Her zamanki gibi gülümseyerek kalkacak ve kendine çeki düzen verecekti. Konuşacak, yemek yiyecek, görevlerini yapacak, o hiç çıkmak istemediği yatağını toplayacak ve gün sonunda yalnız kaldığında biriciği ile baş başa bir çıkışı olduğundan emin olamadığı geceye gömülecekti.
Hyunjin'in ne ara önüne geldiğini anlayamamıştı ama zamanla algısı arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışmayı uzun zaman önce bırakmıştı. "En azından perdeyi aç, insanlar deli sanacak bu gidişle." Hyunjin uzun süredir önünde bulunduğu camın stor perdesini şıkırdayan bir sesle yukarı kaldırırken o kendine şaşırmakla meşguldü. Manzaraya karşı düşüncelere daldığını sanıyordu. Ne yani bunca zamandır perdeyi kaldırmayı becerememiş miydi? Aklında bir manzara olduğuna emindi ama. Görmüştü, gördüğünü hissetmişti. Belki de asıl manzara gördüğümüz değil de baktığımızdı. O ise gözleri ile değil zihni ile bakardı. Hayalperest dedikleri bu muydu yoksa? Eğer yazdıklarının doğuş sebebi gerçekten buysa onun hakkında yakınmayacaktı ne olursa olsun.
"Ee, sen ne diyecektin?" Minho uzun süredir,en azından kendisi ağrıyan sırtından öyle olduğu varsaydı, oturduğu sandalyede birkaç kıtırtı sesiyle birlikte gerindi. "Hazırlan diye geldim. Malum her seferinde bana her an uyar diyip sonra 'Ya 1 saat geç mi buluşsak, ben yetişemeyecek gibiyim de.' dediğinden bu sefer işimi sağlama almak istedim. Hoş hiçbir iş yapmazken bile nasıl geç kalabiliyorsun aklım almıyor. Neysee, hadi kalk. Büyüttüğün poponu oturarak düzleştirince o küçülmüyor maalesef." Minho kısaca güldü, kendisine hiç de komik gelmeyen şakaya. "Tamamdır, 20 dakikaya hazırım." Hyunjin baş parmağını kaldırıp "Tamamdır." dedikten sonra ona izin vermek için odasından çıktı.
Minho derin bir nefes aldı ve içten içe kendine bir gücün gelmesini bekledi. İstediğine ulaşamayacağını fark edince mecbur ayağa kalktı ve başlamayı ertelediği güne yenildi.
"Başlıyoruz yine." dedi ve gülümsedi.
•••••••
Elsa & Emilie, Au Volant
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let me fall • minsung
FanfictionHazır değildi, hiçbirimiz hazır değildik. skz//oneshot