0.9

857 102 40
                                    

"hayır baji-san, 'şey' her durumda ayrı yazılır. bilerek mi yapıyorsun ya?"

sinirli sesime karşılık konuşmak yerine gülmüştü. sabahtan beri ona söylediğim şeyleri hâlâ aynı şekilde yapıyordu. eğer ki amacı beni sinirlendirmekse bunu kesinlikle başarmıştı ve gayet de keyifli duruyordu.

o yerdeki, el yapımı, tahta masaya dönerken ben de camın kenarından içeri doğru atlayıp masanın yanında kendi kendine pişen erişteleri kontrol ettim. dünyanın en sağlıksız ikilisiydik, cidden. utanmasak okulda bile oturup beraber erişte yiyecektik ama ne onun arkadaşları ne de benimkiler buna izin vermiyordu. yine de garip bir şekilde iyi anlaşıyorduk. tabii bu iyi anlaşma nereden bakıldığına bağlı farklılık gösterebiliyor. nefret ediyor gibi davransak da, en azından ben öyle davransam da, aramızda elle tutulur bir problem yok.

keisuke baji garip bir oğlan. saçlarını kestirmek hayatında alacağı sondan ikinci kararmış. sonuncusu futbolu bırakmakmış bu arada. onun gibi birinin bile böyle değerlerinin olması çok tatlı gelmişti bana. her neyse, saçlarını kestirmeyi asla düşünmüyor olsa bile hava sıcak olduğunda ya da yemek yerken saçının açık olmasına katlanamıyor. bunu kendisi söylemedi ama bence çok ortada olan bir durum. saçını toplamayı çok seviyor çünkü yüzünü çok seviyor. tamamen annesine benzediğini söyledi ve bana annesinin fotoğrafını gösterdi. gerçekten annesinin aynısı. kızarmış erişteye bayılıyor olmasının sebebi annesinin kansere yakalanmadan önce baji-san'a en sık yaptığı yemek olmasıymış ve annesi kansere yakalandığında bir kere annesinin kızarmış erişte istemesi sonucunda kendisi de yapmayı öğrenmiş. yapabildiği birkaç yemekten biri olan kızarmış erişteyi günün her saatinde yiyebilirmiş ancak evde yiyemiyormuş çünkü babası, annesi öldüğünden beri kızarmış erişte gördüğünde kontrolünü kaybediyormuş. zaten normalde de öfke problemleri olan adamdan gördüğü muamele sayesinde kendine de yerleşen sinir sorunları yüzünden kendinden utanacak noktaya geliyormuş bazen çünkü o adama benzeyen tek bir şeyinin olmasını istemiyormuş. hazır olduğunda profesyonel bir yardım almak istediğini söyledi. yazımda bu kadar sorun yaşamasının sebebi de annesinin ölümünden sonra uzun süre okula gidememesi ve bu süreçten sonra babasına karşı koyabildiği zamana kadar babasının eğitimini engellemesiymiş. ayrıca babasını bildi bileli alkolik bir adammış. anlattığı her şey neden eve gitmek istemediğini açıklamıştı bana. onun hakkında bu kadar şey bilmeme ve aramızda bir problem olmamasına rağmen hâlâ içimdeki duyguyu aşamamıştım. hâlâ ona gerçekten arkadaşım diyemiyordum. sadece birlikte takıldığım ve sevdiğim biriydi ama o kadar yakın değildik işte.

eriştelerin yeterince piştiğini anladıktan sonra ona bir şey söylemeden mutfağa gittim. dolaptan soğuk limonlu ice tea'yi alıp kolumun altına sıkıştırdıktan sonra raftan iki büyük bardak ve buzluktan da buz kovasını aldım. hiçbir şeyi düşürmemeye çalışarak salona döndüm ve her şeyi bir yere yerleştirip bardakları önce buz sonra da ice tea'yle doldurdum. baji-san sonunda limonlu ice tea içmeye alışmıştı. başka seçeneği de yoktu zaten. kafasını kaldırıp bana baktığında yemek yiyeceğimizi anlamış, önündeki kitap ve kalemleri kenara çekmişti. ardından sırıtarak ki bu sırıtışın altında yatan anlam çok açıktı ama ben salağa yatmayı seçtim, tişörtünün üstüne geçirdiği kısa kollu gömleği çıkarıp kenara bıraktı. arsız. saçını da gelişigüzel topladıktan sonra erişteyi bölüştürmem için beklemeye başladı.

okuldayken medeniyeti keşfetmemiş insanlarmışız gibi ikimiz de aynı yerden yiyorduk erişteyi ve her ne kadar dillendirmiyor olsam da bu feci tatlı bir şey gibi geliyordu bana. evdeyken tabaklarımız olduğundan normal bir şekilde iki ayrı tabaktan yiyorduk. yine de kesinlikle okulda beraber yemek daha keyifliydi. zaten ben tamamını asla bitiremezdim. bir süre sonra baji-san için eriştenin bir kısmını ayırmak da alışkanlık olmuştu benim için.

limonlu ice tea, bajifuyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin