no land-düşünme kaybolursun
ellerim dağılmış toprağın arasında gezindi biraz. hıçkırıklarım bütün evi dolduruyorken, omuzlarım sarsılıyordu. düşürmüştüm işte manolyayı. bunu bile koruyamamıştım. ben zavallının tekiydim. içim yanıyordu, tenim buz gibiydi fakat. zihnimle savaşıyordum yine. tam olarak ne zaman bu hale geldiğimi sorguluyordum şimdi. yatağımın karşısındaki boy aynasına baktım. şimdi aynadaki görüntümle bakışıyordum. kolumu kaldıracak halim olsa aynayı yumruklardım. güldüm. susamıştım ve bacaklarım iki yana açık bıraktığımdan acımaya başlamıştı.
camlar etrafta saçılmıştı. ellerimle, kanayıp yaralanmalarını önemsemeden onları bir yere toparladım. kanlar şimdi elimdeki topraklara bulaşmıştı. sahi bana baktıklarında insanlar alabilirler miydi toprak kokusunu?
yerde kaç dakika ağladım bilmiyorum. elimdeki kurumuş çiçeği zar zor topladığım gücümle kalkıp baş ucumdaki komodinin üzerine koydum. belki o baş ucumdayken görmezdim kabus. ne kadar düşük bir ihtimal olsa da. sevgiye ihtiyacım vardı. tutunacak kollar arıyordum tam şimdi. eğer dışarıda olsaydım rastgele birini öper, evine giderdim fakat tam şimdi yapayalnız evim benimle dalga geçer gibi yarısı açık camdan içeriye aldı sesleri. yağmur yağmaya başlamıştı. hastaneye mi gitseydim? kardeşimin göğsünde ağlasaydım? ama üzülürdü. yapamazdım.
yatağıma uzandım, bacaklarımı kendime çektim. her yanım sızlıyordu. yine kayboldum düşüncelerimde, tüm bu yaşadıklarımla nasıl başa çıkabileceğimin yollarını aradım. hangi yolda biraz ilerlesem zihnim kesti önümü şeritlerle. kendimi kurtarmak için herhangi bir girişim yaptığımda, kılıçlarını çıkarıyordu hemen zaten. ne kadar ağladım bilmiyorum, birkaç saat geçmiş gibiydi ve henüz yeni yavaşlamış gözyaşlarım tekrar pınarlarımdan süzülmeye başladığında kapıdan sesler duymaya başladım.
hızla doğruldum.
bir de hırsızlarla mı uğraşacaktım şimdi?
"yeonjun.. beni tekrar içeriye al lütfen." soobin'in çaresiz sesini duyduğumda hızlıca yerimden kalktığımdan ve dakikalardır ağladığımdan dolayı ağrıyan başım açıldı. burada mı beklemişti? ağlamamı duymuş muydu? beni neden bırakmamıştı?
yatağımın ucundaki camlara basmadan doğrulup kapıya ilerledim. kapıyı açtığımda yere çökmüş, kafasını kapımın kenarına yaslamış, dolu gözleriyle bana bakıyordu.
"neden gitmedin?" diye sordum. "gidemedim." dedi.
çok çaresiz gözüküyordu. benim gibi. yalnız bakıyordu. benim gibi. inatçıydı, garip biriydi ama tüm yanımı bir anda huzurla kaplamıştı.
yere yanına çöktüm. kapıyı tamamen açıp, soğuk mermere oturdum, tam karşısına. ellerini bacaklarının arasına sıkıştırmıştı. dudakları ısırmaktan kızarmış gibiydi. kendini ağlamamak için sıkıyor gibiydi. üzüldüm haline. o da bana üzülüyor gibiydi.
"gidemedim çünkü yalnız ağlamanı istemedim." ellerimi bacaklarıma koydum bende onun gibi. hava bir anda daha da soğumuştu ve yağmur damlalarının sesini duyabiliyordum. penceremden içeriye dolan, apartmanın girişindeki evimin koridorundaki soğuk hava aynı anda üzerimize vurunca ikimizi de titretti.
konuşmadım. sadece gözlerine baktım. bambaşka geliyordu şimdi sözleri. yaptığı şeyden mi etkilenmiştim? yalnızlıktan korkan benliğim tehlike çanlarını çalmaya başladı.
siktir. gerçekten sana değer vereceğini mi düşünüyorsun. terk edileceksin. yine.
"bugün burada, kapının önünde kalsam kızmazsın değil mi? sonra bırakacağım seni rahat, gerçekten. seni burada tek başına bırakmak bu gece içimden gelmiyor hiç."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
borderlines, yeonbin
Fanfiction"sınırlarında gezmeden yapamıyorum yeonjun, en çok sınırlarına düşüyorum."