Ben Büşra. Acemi yazarlık tecrübem ile sizlere yeni bir kurgu oluşturuyorum. Umarım beğenirsiniz. Yeniden yazmaya başlamama sebep olan tüm eski arkadaşlarıma teşekkür ederim. Yokluğunuz beni çok motive etti.
-Geceleri aya bak çünkü ay ışığı senin yüzünde bir farklı parlıyor...
Nevra
İlk baktığımda hissettiğim şey sonsuzluktu. Ona bakmak iyi hissettiriyordu. Şehrin metrede bir yanan ışıkları bile onun ışığını yok edemiyordu. Hep aydınlıktı, aydınlatıyordu. En önemlisi de uzak ve ulaşılmazdı. Bizleri cazip eden de buydu ya zaten. Ulaştığımız her şeyin nankörü oluyorduk. Tüketiyor ve tükeniyorduk...
Derin düşüncelerinden sıyrılma vakti gelmişti. Kafamı topladığı sırada yolun ortasında durmuş aya bakan birini gördüm. Dünyanın hızına kapıldığını fark edip de yavaşlamak isteyen tek ben değilmişim. Esen rüzgarla birlikte içime bir ürperti geldi. Ona daha dikkatli bakmak istedim çünkü kendimi ona yakın hissettim. Siyah bol bir eşofman, üstünde de bol kesim t-shirt ve siyah bir şapkası vardı. Bu düzen meraklısı dünyada fazla salaş görünüyordu. İlgimi çekmişti ama bir daha nerede görecektim ki? Aya bakmaya devam ettim. En azından o hep oradaydı...
Ammâr
Başımı göğe kaldırdığımda yüreğime ağır gelen tüm dertler onun aydınlığında yok olup gitmiş gibi hissettim. Bir süre bakakaldım. Hiçbir şey düşünemiyordum. Ne güzeldi bir şey düşünmeden öylece durmak. Yoluma devam etmem gerekiyordu. Evde bir sürü işim vardı. Daha tam yerleşememiştim bile. Başımı yola çevirmek üzereyken gözüm bir balkona ilişti. Sanırım rahatlamaya ihtiyacı olan biri daha vardı tıpkı benim gibi. Oldukça dalgın gözüküyordu. Gözlüklerini takmasına rağmen gözlerini kısıp bakıyordu aya. Bu halleri oldukça sevimli geldi. Öylece durup aya bakan birisini görmek yalnızlığıma ilaç gibi gelmişti. Yoluma devam ettim.
Nevra
Kendimi tanıtayım ben Nevra. Kendini tam anlamıyla gerçekleştirememiş, yaşamın alt basamaklarını tırmanmaya çalışan sıradan üniversiteli bir öğrenciyim. Olmak istediğim milyonlarca şey var. En büyük korkum ise bunlardan hiçbirini başaramayacak olmam. Evet bir miktar başarısızlık korkum var. Dürüst olun, hangimizin yok ki? Yine basit bir konuyu düşünsel hareketler dizinine çevirmeden hazırlanmaya başladım.
Bugün makyajla uğraşmak istemiyordum. Güneş kremimi sürdüm ve dolabımdaki bir yığın eşyayı yatağa döküp kendime beş kombin oluşturduktan sonra yine siyah eşofmanımı giydim. Çantamı alıp, ayakkabılarımı giymeye koyuldum. Ayakkabılarımı giydiğim anda kendimi bir güzel tebrik ettim. Anahtarlarımı unutmuştum. Etrafa bir göz attım da evde kimse yoktu. Evet aklınıza gelen şeyi yapacağım. Ayakkabılarımın ucuna basarak odama ilerleyip anahtarı kaptığım gibi hızlı adımlarla durağa geçtim.
Bugün hava güzeldi. Her seferinde küpelerimi evde takmayı unuttuğum için otobüsü beklerken takıyordum. Ama atladığım bir şey vardı ki ben sakar bir insandım. Elimden düşen küpeyi tutmaya çalışırken daha uzağa düşmesine sebep olacak kadar mesela.
Yere eğilip aradığım sırada kafam bir şeye çarptı. Bu kadar olmaz dedikçe daha saçma bir anda buluyordum kendimi. Nevra olmak bunu gerektirmemeli, böyle tekrarlamamalıyım. Unuttuğum önemli bir şeyi hatırladım. Evet, kafamı kaldırıp neye çarptığıma bakmayı.
Siyah şapkalı ve maskeli biri vardı karşımda. Hadi ben küpemi düşürdüm. O niye eğilmiş öyle duruyordu ki? Elini bana doğru uzattığında anladım neden eğildiğini. Küpemi bulmuş. Böyle nazik insanlar bulunuyor muydu bu şehirde, garip. Nevraaa bu nadide insana bir teşekkür etmeyip karşısında öyle dikilmeye devam etmemelisin.
''Kusura bakmayın, bir yeriniz acıyor mu?'' dedi. Acımak denmez buna beynimdeki nöronlar eksildi sadece. Sen düşüncelerinle boğuşurken senden önce konuştu. Konuş Nevracım, konuş.
''Canımın yanacağı kadar çarpmadınız zaten, sorun yok. Bu arada küpe için teşekkür ederim . Siz iyi misiniz?'' Fazla dikkatli bakıyordu. Daha önce bir yerde tanıştık mı acaba diye düşündüm. Hiç de hatırlamıyordum. Gerçi maskeden yüzünü göremediğim için tanısam da zor çıkarırdım zaten.
''Rica ederim. İyiyim ben de problem yok.'' dedi ama sesi bir garip geliyordu. Muzip bir tavırla konuşuyordu. Şehrin en nazik insanı bile bir garip diye düşünürken durağa yaklaşan otobüsü son anda elimi sallayarak durdurdum. Burasının da böyle bir saçmalığı vardı. Duraklar bostan korkuluğuymuş gibi bir de gelen otobüse otostop çeker gibi el sallamanız gerekiyordu.
Otobüse bindiğim gibi en sevdiğim cam kenarı tekli koltuğa attım kendimi. Evet bildiğiniz savrularak oturdum. Sabahları pek kendimde olmuyorum.
Küpemi bulan şapkalı çocuk da arabaya binmişti. O dikkatli bakışlardan sonra bir takip ediliyormuş hissi uyandı ben de ama sonradan üniversiteye giden tek insan olmadığımı hatırladım. Bugün günlerden İskender Pala'ydı. Yeni çıkan A-71 romanını konusunu ilk okuduğum andan beri almak istiyordum. Bir günde elime ulaştığı için şanslıydım. Önümde 40 dakikalık bir yol vardı ve bu yol sadece kitap okuyarak geçerdi.
Kafamı kaldırdığımda inmeme 10 dakika kalmıştı. Kitaba ara vermeme sebep olan şey ise kalan süre değildi. Biri tarafından gözetlendiğinizi hissedersiniz ya şu an öyle bir durum yaşıyordum. Usulca gözlerimi etrafta gezdirdim. Yine o şapkalıydı işte. Yakalanmış bir çocuk edasıyla bakışlarını hemen kaçırdı. Ben de aynısını yaptım ama içimde oluşan huzursuzluğa engel olamadım. Hukuk fakültesi yazısını gördüğüm gibi indim. O da indi. Yürümeye devam ettim ama gitgide adımları bana yaklaşıyormuş gibi hissediyordum.
İyi ki bir nazik dedim çocuğa. Maşallah dediğim üç gün yaşamıyor.
Bir anda durup arkamı döndüm. Takip edip etmediğini kontrol etmem gereken çocukla burun buruna gelmeyi de ancak ben başarırım. Hemen geri çıkmak için bir hareket yaptım ve tabii ki ayağım takıldı. Zemin ile bakıştığım anda bir kol belime dolandı ve doğrulmama yardımcı oldu. Muhtemelen yine turp gibi kızarmıştım. Öyle tatlı tatlı yanaklarım pembeleşseydi keşke diğer kızlar gibi...
''Yine bir sakarlık vakası ve yine si-'' cümlesini bitirmesine izin vermeden konuşmaya başladım.
''Pardon ama beni bir yerden tanıyor musunuz acaba? Sürekli bana bakıyorsunuz ve benim adımlarımı takip edip duruyorsunuz. Bir şey mi söylemek istiyorsunuz buyrun dinliyorum.'' Ellerimi de bir güzel belimin iki yanına koymuştum. Hesap sorma duruşu...
'' Ayakkabınızın bağcığını bağlamamışsınız. Otobüse bindiğimizden beri dikkatimi çekti. Söylemek istedim ama kitap okuduğunuz için rahatsız etmek istemedim. Sabahki durumu da düşününce sizi uyarmak istedim. Tam bunun için adımlarınıza yetişmeye çalıştığım sırada siz arkanızı döndünüz. Kabalık ettiysem kusura bakmayın, sizi rahatsız etmiş olmalıyım.'' Dedikten sonra eliyle ensesini kaşıyıp mahçup bir tavırla yoluna devam etti.
Konuşmamı bile beklememişti. Keşke çocuğun bakışlarını takip edeceğime bir ayakabılarıma baksaymışım. Bağcıklarımı bağladıktan sonra ona yetişmek için koşmak istedim ama çoktan gözden kaybolmuştu. Üstelik bu kadar kısa sürede.
Şaşırdım ama daha çok şaşırmam gereken bir konu vardı. Yetişmem gereken ders kendisinden sonra geleni asla içeriye almayacağını ısrarla belirten birtanecik yeni hocamızın dersiydi ve ben çoktan 5 dakika geç kalmıştım. Hemen Adel'e kısa bir mesaj çektim. Neyse ki hoca daha gelmemiş.
Tam amfinin kapısını açtım. Diğer kapıdan giren hocayı görmemle olduğum yerde kaldım. Adel bir yandan bana eliyle gel diye işaret ediyordu.
Beni harekete geçiren ise kesinlikle Adel değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aya Bakarken
Teen Fictionİlk baktığımda hissettiğim şey sonsuzluktu. Ona bakmak iyi hissettiriyordu. Şehrin metrede bir yanan ışıkları bile onun ışığını yok edemiyordu. Hep aydınlıktı, aydınlatıyordu. En önemlisi de uzak ve ulaşılmazdı. Bizleri cazip eden de buydu ya zaten...