8 ❝ yanlış zaman, yanlış kişi

780 80 103
                                    

Taehyung'dan ayrılmak kolay olmamıştı. Askerlerle arama iki gün koymuştum ve Hybern'e döndüğümde buna nasıl bahane bulacaktım bilmiyordum ama yine de pişman değildim. Her dakikasından büyük bir zevk almıştım.

Ayrılırken ise işlerimi halletmemi, en kısa zamanda beni Gece Sarayı'nda görmek istediğini söylemişti. Yüce Lord olarak beni sarayına, tahtının bulunduğu şehre davet etmişti. Şimdilik benim için yeterdi de artardı bile.

Hybern sınırlarına girer girmez beni karşılayanlar prensin özel birliğine ait askerlerdi. On beş kişilik elit birliğinden üç peri, sanki ayağımı sınıra basar basmaz beni hissetmişti ve yabalanarak önümde belirmişlerdi.

Adını hatırlayamadığım esmer adam elini bana uzattı ve "Prensimiz sizi bekliyor," dedi. Beni yabalamak için neden üç kişi göndermişti anlamamıştım ama elimi askerin elleri arasına bıraktım ve beni yabalamasına izin verdim.

Huzur veren karanlığa çekilme hissi yerine mide bulandırıcı bir yakma beni karşıladı. Hissettiğim ateş ile askerin Güz Sarayı'ndan olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kısa bir sürede tanıdık kalenin içindeydim ama kusmamak için kendimle savaşmam gerekmişti. Uzun süredir sadece Taehyung tarafından yabalanmıştım ve bir kere de nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde kendimi yabalayabilmiştim ama hepsi de o kadar tanıdıktı ki, sanki her zaman yapıyormuşum hissi vermişlerdi. Şimdi ise tek istediğim midemde ne varsa boşaltmaktı.

Midemi tutup eğildiğimde omzuma değen parmaklar ile irkildim ve duruşumu hızlıca düzelttim. Hybern prenslerinin en küçüğü endişeli gözleri ile beni süzerken gülümsemeye çalıştım. "Prensim," diyerek omzumdaki eline rağmen selamlamak için belimi kırmaya kalktığımda aceleyle beni iki yanımdan tuttu, eğilmeme engel oldu.

Yapmaya çalıştığım harekete karşı güldü ve "Özlettin kendini," diyerek beni kolları arasına aldı. Bir o kadar tanıdık ve ondan ayrı, başkasının kollarında geçirdiğim günlerden sonra bir o kadar da yabancıydı.

Beline sarılarak onu kendime çektim ve yüzümü boynuna gömdüm hızlıca. Yine de yıllarımı geçirdiğim bu girinti, zihnimin içindekilerden korkarak ve kendimi zorlayarak geçirdiğim günler sonrasında oldukça güvende hissettirmişti.

Ayrıldığımızda askerlere bakmadan, gözleri hala üzerimdeyken "Çekilebilirsiniz," dedi ve askerler göz açıp kapayıncaya kadar ortalıktan kayboldu. Arkalarında bıraktıkları acı tat zaten kalkmış olan midemi daha çok bulandırmaktan başka bir işe yaramamıştı.

"Seokjin," diye seslendim büyük holde tek başımıza kaldığımızda, tek başımıza olduğumuza göre gereksiz unvanları aramıza sokmamıza gerek yoktu. Üzerimdeki kirli kıyafetleri inceleyen gözleri gözlerime değdiğinde ise ekledim. "Tek başıma da gelebilirdim, köpeklerini göndermene gerek yoktu."

Kaşlarını çattı aksi bir ifadeyle konuşmadan hemen önce. "Askerlerin ulaşıyor ama sen günler sonra geliyorsun, Jungkook. Seni ele geçirdiler sandım. Endişelenmekte haklıyım bence."

"Altı üstü iki gün geciktim," diye mırıldandım.

Seokjin ellerini belinin arkasında rahat bir ifade ile birleştirirken "Altı üstü iki gün geciktin ve üzerinde yabancı bir adamın kokusu ile geldin," dedi. Söylerken bir kası bile oynamamıştı. Kıskanmış mıydı, sinirlenmiş miydi ya da hiç umurunda bile değil miydi? Anlayamadım. Yine soğuk prens maskesini ustalıkla giymişti ve bir tek duyguyu bile sızdırmıyordu. "Bir yerde öldün kaldın sandım ama sen uçkurunu düşünmekle meşgulmüşsün."

Biraz sinirle ve biraz da utanmışlıkla dudaklarımı dişledim. "Bu seni ilgilendirmiyor," diye mırıldandım gözlerimi kaçırarak.

"Buram buram baskınlık kokuyorsun, Jungkook. Bari günlerce becerebildiğini saklamaya tenezzül etseydin."

we own the night | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin