Kaosun Doğuşu Bölüm-3

12 2 2
                                    

Kherosh Köyü 3. Hafta
Sarsıntılar ile uyandık ama çocuklar korkmuyordu, benim onları koruyacağımdan çok eminlerdi. Beni burada beklemelerini ve çadırlarından çıkmamalarını söyledim. Usluca beni dinledikleri için onlara minnettardım. Şelalenin gökyüzüne kadar uzanan kısmına çevik adımlarla tırmanıp tepeden bu seslerin kaynağını bulacaktım. 

Tepeye ulaşınca etrafımda döndüm ve bir yerden toz dumanların çıktığını gördüm. Burası bizim köyümüzdü! Koruyucu güç alanı nasıl kırılabilirdi?! Sonra aklıma geldi ki bu kudrete sahip tek bir varlık var… Açgözlü olan. Kehanetin devamını hiç okumamıştım.

 Sensei de doğru zaman gelmediği sürece okumamın yasak olduğunu söylerdi. Şu an kadar doğru bir zaman olamaz diye düşünüp cebimden kutsal yazıtları çıkardım. Sensei’den öğrendiğim o antik Bunja dilindeki sözleri mırıldandım ve parşömeni Güneş’e tuttum. Yazılar bir anda parlamaya ve okunabilir olmaya başladı. Orada diyordu ki: 

Yazıtlar(5:11)
Doğrulayıcı ortaya çıktığında,
Açgözlü nihayet hedefini bulacak
Kaos düzene galip gelecek
Ve sonsuzluk sona erecek.

Bunların ne demek olduğu hakkında bir fikrim vardı, bu Noz-Noz’du. Tepeden inip çocuklara oraya dönmelerinin imkansız olduğunu tembihledim. Çocuklar bana olan sevgilerinden dolayı anlayış gösterdiler. Onlar akıllıydı, eminim bir yolunu bulacaklardı. Sensei’in öğretilerini kullanarak rüzgara odaklandım. Esintiye kendimi bıraktım ve gözlerimi açtığımda çatışmanın göbeğindeydim. 

Kılıcımı çektim ve derhal önümde beni görmemiş Dev’e seslendim: “Kendi cüssende biri bulamamak da zor iş değil mi? Ben de öyle değilim ama en azından güçlerimiz yakın.” diyip sırıttım. Şakadan da anlamayan bu Dev yine o ürpertici parlak gözleriyle bana kilitlendi ve: “Bu sefer kaçamazsın, sen… Sen düzeni getirensin! Benim evreni yönetmeme engel koyan tek şey sensin!” diyerek kükredi.

 Ardından kendinden emin bir biçimde: “Kehanetler bile benden yana, bildiğimiz düzenin sonu gelmek üzere!” dedi. Kehanetler her zaman gerçeği söylemek zorunda olamazdı, öyle olmamalıydı. Belki de çoğu tesadüftü… Benim önüme konan ile yetinirsem yenilgiyi, hatta tüm evrenin ölümünü tetikleyecektim. İşte TAM bu yüzden denemeliydim. Yalnız bıraktığım o çocukları düşündüm, umarım güvendedirler.
Düşüncelerimden kurtulup Noz-Noz’u incelemeye başladım. Onunla boy ölçüşemezdim, en azından fiziksel olarak. Daha hiçbir plan kurmama izin vermeden beni içine çekiyordu.

 Kılıcımı olağan gücümle sert zemine sapladım ve uzun süre tutundum. Kaslarım daha fazla dayanamayacak iken bir anda yere yığıldım. Çekim durmuştu, görünüşe bakılırsa o da yorulabiliyordu. Bunu anlar anlamaz kılıcımı yerden söktüm ve Kherosh metaline özel çınlama sesi bana güç verdi. Noz-Noz farkına varamadan üzerine zıpladım ve hatırlatmam gerekirse, omzu 2 metre genişliğindeydi. Dev’in tam boynundan içeri kılıcı soktum.

 Acıdan kükreyişi neredeyse beni üzerinden düşürecek seviyede sarsıntıya sebep oldu. Kılıcı tüm gücümle çıkardım ve o da ne!? Çıkardığım gibi Noz-Noz’un kesiğinden kan akmaya başladı! Bu ne demekti?

 Noz-Noz’da insan kökenli miydi? Çok düşünmeme fırsat olmadan beni omzundan fırlattı ve kendimi düzeltmeme fırsat olmadan sırtüstü yere çakıldım. O kadar acımıştı ki hareket etmek zorunda olmasam bir yerlerimin kırıldığına yemin edebilirdim. Dev beni ayağıyla ezmek üzereyken kendimi Chi’ye bıraktım.
Zamansızlık-3
 
Bu sefer sonsuzlukta süzülmüyordum, etrafta ışık vardı ancak nerede olduğumdan da emin değildim. Duygularıma hala sahiptim. Önümde bir anda Chi enerjisinden(ben bunları su damlacıklarına benzetiyordum) bir siluet belirdi. Yavaş yavaş bir şekil almaya başladı ve bu oluşan kişi Sensei’den başkası değildi.
Yüzündeki o her zamanki sırıtma ile bana bakarak: “Seni uzun süredir izliyordum, gayet iyi gidiyorsun.” dedi.
Biraz kafam karışık bir biçimde konuşmaya devam ettim.
-İyi gidiyor olabilirim ama bu sonucu değiştirecek mi ki Sensei?
+Hatırladığım kadarıyla artık sen Sensei’sin. Benim adım Souta. Bir anlık rüzgarın sesi demek.
Bunları derken yine gülüyordu.
+Kehanetler var ancak kendini bunlara odaklarsan tabii ki onları yazan kişilerin isteklerini yerine getirmiş olursun.
-Peki Noz-Noz’u nasıl yeneceğim?
+Artık senin öğreticin olmasam bile sana ders vereyim. Kendini bırak.
Bunları dedikten sonra su damlaları dağıldı ve ben de bir anda kendimi “gerçek” dünyada buldum.
 
“Kaderlerin” Çarpışması:
Sanki ben yokken zaman durmuştu, şimdi ise Dev’in ayağı kaldığı yerden beni ezmek için geliyordu. Son anda kenara yuvarlandım ve ayağının ezdiği toprak 10 metre çapında dairesel bir çatlak meydana getirdi.
Noz-Noz: “Buraya kadar… Kaderine teslim ol, yeni evrenin lorduna boyun eğ!”
Konsantre oldum. Asıl evrenin ana güç kaynağı Chi her taraftaydı, tek gereken ise onu kullanabilecek *doğru* kişiydi ve o bendim. Kılıcımı yerden kaldırdım ve metalin çınlaması yerine bu sefer bir uğultu ile kılıç parlamaya başladı.
Noz-Noz: “Etkileyici bir sihirbazlık, ancak benim yanımdan geçebilir mi sence?”
Hafifçe gülerek: “Belki yanından değil ama içinden geçebilir!” dedim ve suratına doğru uçarak saldıracaktım ki onun devasa kolunu savurması ile kendimi bir daha yerde buldum. Benimle resmen alay ediyordu. Ama elimde hala Souta’nın öğretileri vardı. Onun gibi rüzgarla bütünleştim.
 
Zamansızlık-4:
Chi aracılığı ile yolculuğa artık alışmıştım. Souta’nın karşıma çıkmasını beklerdim ancak gelmedi, çok bir şey değişmemişti. Gözlerimi bir saniyeliğine kapattım.
-Keroshima! Haydi uyan artık. Balık tutmaya çıkman lazım.
+Tamam amca…
Oltamı aldım ve iskele kenarına yürümeye başladım. Yağmur olduğundan Non-La’mı kafama takıp devam ettim. Hasır şapkayla buluşan her yağmur damlası ayrı bir ses çıkartıyordu. Tekneme vardıktan sonra tüm ekipmanları üstüne bıraktım, kürekleri aldım ve iskeleye bağlı ipi çözdüm.

 İki büyük dağın arasındaki durgun gölde kürek çekmeye başladım. Yeterince açıldıktan sonra oltamı hazırladım ve yemi bağlayıp suya fırlattım. Bu durgunlukta suya karınca girse onun yapacağı dalgalanmayı bile görürdünüz, o yüzden işim kolaydı. Sabır ile bekledim, bekledim, bekledim… Balıklardan haber yoktu. Belki de pozisyonum yanlıştı, gölün daha da ilerisine gittim ve yemi oradan bıraktım. Bekledim, bekledim… Yine değişen bir şey olmadı.

 O an aklıma bir fikir geldi. Sonuçta pazardan para kazanmam gerekiyordu, *balık satma* zorunluluğum yoktu! Hemen eve geri kürek çektim. Amcama görünmeden onun okçuluk aletlerini kapıp yeniden tekneme kaçtım. Bu sefer karşı kıyıya kadar yüzdüm ve karşımda duran ormanın içine doğru yolculuğa başladım. Buralarda hep çok geyik olurdu.

 Hem geyik balıktan daha pahalı değil mi? Ama doğru ya, yakalamak da daha zor… Sessizlik içinde yürümeye devam ettim. En sonunda bir çatırtı ile kendime geldim. Tam karşımda koca bir geyik duruyordu! Sakin bir şekilde okumu hazırladım ve yayı gergin hale getirdim. Zarafetli bir hareket ile yayı serbest bıraktım ve ok tam boynuna saplandı. Öylece yere düşen geyiğe doğru gidiyordum ki…
 
 
“Kaderlerin” Çatışması 2:
 Chi ile seyahat bana çok uzun bir süre gibi gelirken aslında sadece bir anlığına Noz-Noz’un görüntüsünden kaybolmuştum ve yüzünün dibinde belirmiştim. O ne olduğuna anlam veremeden kılıcımla son hız burnuna bir darbe savurdum. Ve büyük bir patlama meydana geldi.

 Gözlerim yeniden görmeye başladığında ise neredeyse aklımı kaybedecektim. Noz-Noz dediğim Dev artık benim boyumda bir insandı ve yerde öylece yatıyordu. Açgözlü olan o değildi. O tam yukarıdaki varlıktı. O iki karadelik hala Dev’in burnundan ayrıldığı yerde havada duruyordu. Zihnimde bana konuştuklarını duydum.

“Seni ahmak ölümlü. Hiçliğe meydan okuyamazsın. Beni konağımdan ayırarak benden kurtulabileceğini mi sandın? O sadece malın biriydi.”
Noz-Noz’a bağırdım: “Ben sadece bir ölümlü değilim. Ben Keroshima’yım. Bu savaş nasıl biterse bitsin, kaderime yenik düşmeyeceğimi bana Chi öğretti! Ve göreceksin, bu burada bitmiyor.”
Noz-Noz evrende varolmuş, varolan ve varolacak her şeyi içine çekmeden önce son bir nefes alarak kendimi buradaki o son tatlı esintiye bıraktım.
SON

Kaosun DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin