Hayat nereye yetişmeye çalıştığını anlamlandıramadığım bir hızda akıyor. Bana da bu akışta kaybolmamak için hayata tutunmak kalıyor. Pek bir şansım, seçeneğim yok. Çünkü her zaman seçilen ben oluyorum. Seçkin olduğum için değil. Kolay olduğum için. Hatta o kadar kolayım ki bazen seçmeye zahmet duyulmuyorum. Bu düşüncelerle ve hafif bir burkulma hissiyle yatağımda oturmuş aynadaki yansımamla bakışıyordum. Ardından bugün ödevimi yetiştirmem için verilen sürenin azaldığını fark edince hemen işe koyuldum. Lise hayatımda hiçbir okul projesi beni bu kadar yormamıştı. Hani şu normalde en iyi olduğumuz dersi seçmemiz gerekirken ülkemizdeki eğitim sistemi sağ olsun not ortalamamızı toparlamamız adına en kötü olduğumuz dersi listenin başına yazdığımız ve hocanın bize amansızca zaman kaybettiren bir ton görev verdiği proje ödevleri. Neyse bunları düşünmek ne kadar anlamsızsa, tekrar tekrar düşünmek daha da anlamsız. Yataktan kalktım ve gözüme ilişen kupamı elime aldım. Her zaman temiz bir insan olsam da çoğunlukla masamda duran kirli bir kupam vardır. Derslerim ağırlaştığında özellikle bol bol kahve içerim. İçindeki kafeinin bende bu denli bağımlılık uyandırmasına bazen şaşırıyorum bazen kızıyorum. Hiçbir şeyin bende bağımlılığa dair bir his uyandırmasına tahammül etmemek gibi bir prensibim vardır. Odamdan çıkıp koridoru geçtim. Koridoru geçerken şöyle göz ucuyla aileme baktım.. Babam bir koltukta çayını içiyordu. Karşısında annem bir yandan sehpaya hafifçe eğilmiş elindeki turkuaz meyve bıçağıyla elma soyarken bir yandan da televizyona bakıyordu. Kardeşim Nisan da muhtemelen annemin soyduğu elmalardan bir tane yiyordu. Hiçbiri önlerinden geçtiğimi fark etmedi muhtemelen. Mutfağa girdiğimde zaten kaynayan sıcak suyu hızlıca kupama boşalttım. Kupamı kaynar suyla bahçe veya o tarz açık alanlarda bizlerin veya büyüklerimizin yaptığı gibi kupayı kaynar suyla çalkaladım ve lavaboya suyunu boşalttım. Ardından mis gibi kokan kahvemi hazırladım. Şekersiz içmeyi alışkanlık haline getirsem de bu defa şekerli içecektim. Hızlıca odama ilerledim. Son kez aileme bir bakış attım. Nisan yerinde yoktu. Muhtemelen odasına kapanmış bir şeyler seyrediyordu. İşimi bitince onların yanına gitmeyi aklımda bir yere yazdım. Kahveyi yapmadan önce çalışma masamı neyse ki hazırlamıştım. Hemen dersime koyuldum. Zaman geçtikçe yaptığım iş sıkıcı hale geliyordu. Sonunda bitirip son kontrollerimi de yapınca ödevim bitmişti. Şimdi gönül rahatlığıyla dinlenebilirim. İçeriden gelen ıslık sesiyle istemsizce bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Babamın son çaldığım eseri beğenmiş olduğuna yordum bunu. Yaklaşık 1 senedir gitar çalıyorum. Ancak herkes gibi bir yerden sonra hocaya değil de günde ne kadar gitara zaman ayırabildiğim önemliydi. Yazılı haftasında bile gitarıma ve kendime zaman ayırmışımdır. Tabi ufak da olsa bir bedel ödemek şartıyla. Ama kendime zaman ayırmayı ders çalışmaya tercih ediyorsam bu eğitim sisteminin suçudur. Evin içinde küçük bir tur atma fikrim belirdi zihnimde. Ama önce odamı havalandırmam gerek. Yoksa havasızlıktan öleceğim. Odamı havalandırmak için penceremi açtım. Eylül ayına girmiştik ancak hala bir yaz kokusu vardı havada. Hafif bir esintiyle küçük bir titreme dolaştı vücudumda. Sonbaharı daha çok sevsem de yazı özleyeceğim. İsmin Haziran olunca yaz en sevdiğin mevsim de yaz olmuyor. Benim zevklerim ve ailemin zevkleri arasında neden bir ilişki kuruyorlar anlamıyorum. Yani demem o ki onlar Haziran ismini sevmiş ve ben de mevsimlerden sonbaharı. Herkesin zevki kendine. Genelde sakin biriyim ama ben de kendi kendime yükselebiliyorum arada. Dışarısı yaz gecelerine nispeten genel olarak sakin ve sessizdi. Bence sessizlik kendi başına huzur veremez. Sakinlik de şarttır. Mesela şu anda dışarının sessizliği korkutucu gelse de sakinliği huzur veriyor. Arada dikkatlice dinlerseniz cızırdayan ağustos böceğini ve sitenin bahçesindeki çardaklarda yazın sıcağının kaybolduğu bu günlere aldırış etmeden sadece yaz yetmez dercesine her akşam toplaşan kadınların gülüşme ve konuşma sesleri geliyor. Aklıma yazlıktaki arkadaşlarım gelince biraz yaz havasından çıkıyorum. Onlarla geçirdiğimiz bu yaz da güzeldi. Annemin "Nisan haydi uykuya yarın okula geç kalmanı istemiyorum" dediğini odamdan duyunca bir anda irkildim. Odam da soğumuştu gerçi. Penceremi kapadım. Odamdan çıktım. Oturma odasına gittiğimde babam hala olduğu yerdeydi. Televizyon kapalıydı ancak bakışlarını oradan ayırmıyordu. Çaprazında koltuktaki boş yere oturunca "Ne düşünüyorsun?" diye sormak istedim. Ama biliyorum ki bana ne düşündüğünü değil, genelde ne hakkında konuşuyorsak onu söyleyecek .Yanından kalktım. Sanki beni daha yeni görmüş gibi "canım ?" dedi. Anında dudaklarımdan "Efendim baba" döküldü. "Annenle sana söylemek istediğimiz ve üzerine uzunca düşündüğümüz, ıııı, sen ve tabi ki kardeşin için en iyisinin olacağını umduğumuz bir mevzu vardı. Kardeşin daha 12 yaşında ama sen büyüdün. Genç kız oldun. Kızımın bizi anlayacağından eminim." Onun dudaklarından dökülen sözcükler kalbime kıymık etkisi yaratıyordu. Anlamıştım çoktan ben de ama anlamamazlıktan geliyordum bunca zaman. Belki de sadece küçük bir şeydir de ben işin içine girmezsem büyümez diye umuyordum. Keşke de girseymişim. İçeriden annemin kulak kabarttığını anladım. Hemen yanımıza geldi, kapıyı usulca kapattı. Belli ki Nisan'ı yatağına yollamıştı. "Serhan, çocuğun neden böyle şeylerle kafasını karıştırıyorsun!" diye sinirle konuşmaya başladı. Gözleri öfkeyle babama bakarken hemen gözlerim doldu. "Boşanacak mısınız?" dedim. İkisi de benim yüzüme bakıp evet diyemediği gibi hayır da diyemezlerdi. Demem o ki ben anlayacağımı anlamıştım. Bu durumda elden gelen tek şey çözüm odaklı yaklaşmaktı. Belki aralarındaki sorunu çözebilirlerdi. Belki ben yardım edebilirdim. İşte annemle babamı birbirine tekrar aşık etme hayalim böyle başladı.