29-

274 25 11
                                    

pov, minho

kabına yeni koyduğum suyun yanına yaklaşan dori'nin önce suyu koklamasını, ardından minik dilini değdirip içmeye başlamasını izlerken dudaklarımın yukarı kıvrıldığını fark ettim. parmaklarımın ucuyla kafasını hafifçe okşamak için elim havalansa da su içerkenki rahatlığını bozmaktan vazgeçmiş, bakışlarımı ikinci evim olan dairenin salonunda gezdirerek soonie ile doongie'yi aramıştım. abimin ben evin kapısını açar açmaz içeri girmesiyle güvenli alanlarını işgal eden bu kişi yüzünden yeterince güvensiz hissetmemişler gibi bir de onları pusetlerine koyup dışarı çıkarttığımda ne kadar huzursuz olduklarını tahmin edebiliyordum. onları pusetlerine koyduğum tek vaktin veterinere gittikler zamanlar olduğu düşünülünce yine oraya gideceğimizden dolayı strese girmiş, serin havada soğuğa maruz kalmışlardı ve şimdi de hiç bilmedikleri bir evdelerdi.

doongie'nin kanepelerden birinin altında saklandığını biliyordum, bu yüzden yere uzandım ve saklandığı kanepenin altından elimi uzattım. "doongie."

dori en küçükleriydi, yaşından mı bilmiyorum ama her zaman en korkusuzları olduğundan suyunu içtikten sonra evi koklama işine devam etmişti. soonie'nin tıpkı doongie gibi kimsenin kendisine ulaşamayacağı bir yere gizlendiğini biliyor olsam da ben pusetin kapağını açar açmaz kaçmış olması ne kadar strese girdiğini gösteriyordu, büyük ihtimalle elimi bir kez tüylerinin arasından geçirsem tüylerinin birçoğu dökülecekti.

doongie kanepenin altından bana doğru ağır adımlar atmaya başladığında parmağımı biraz daha ona uzatarak nefesimi tuttum. onun parmağımın ucunu koklamaya gelmesi yaklaşık iki dakika sürse de sonunda yumuşacık yanağını işaret parmağıma sürttüğünde saatler sonra ilk kez kendimi güvende hissettiğimi fark etmiştim. changbin ile konuşan chan'ın adım sesleri yaklaşırken doongie ile tam da o an bu ortak hissi paylaşıyor olmamızdan güç aldım. o, chan'ın çıkardığı sesler sebebiyle kanepeyle duvar arasına geri sinerken ben de sırtımı tamamen zeminle buluşturmuş, dori de televizyon ünitesinin altına geçtiği sırada bakışlarımı ondan çekip tavana dikmiştim.

"changbin, kapat şu telefonu." dedi chan bıkkınca, yaklaşık yirmi dakikadır changbin'e kimsenin gelmesine gerek olmadığını anlatmaya çalışıyordu. "kafamı siktin gece gece."

küfrü ağzında yuvarlayarak, sessizce söylemesine güldüm. hannah'nın yanında küfretmekten de küfredilmesinden de hoşlanmıyordu, çizmek istediği abi profili bu değildi ki hannah birçok kez onu küfrederken yakalasa da ikisi de bu yokmuş gibi davranıyorlardı; seungmin'in düzenli olarak dalga geçtiği konulardan yalnızca biriydi.

"tamam." chan onaylarken kafasını salladı. "tamam, felix'e söylersin iyi olduğunu."

tabii, beni beklemişlerdi. felix'in başta gelirken içecek bir şeyler almamla ilgili olan mesajlarının aradan geçen yarım saatlik periyotlar sebebiyle nerede kaldığıma, iyi olup olmadığıma yönelik endişeli notlara dönüşmesini parkta, henüz chan'ı aramamışken okumuş ve durumun boktanlığının tıpkı o saatlerdeki rüzgar gibi yüzüme çarpmasına izin vermiştim.

aslında iyi gidiyordu. olayların beklenmedik bir şekilde aniden ivme kazandığı ve birden kendimi han jisung ile aynı masada uno oynarken bulduğum, ki haftalar önce tek yapabildiğim onun dikkatini çekebilmek için tüm sosyal medya hesaplarımı düzenlemekti, düşünülürse olayların normalden de hızlı gelişmesi biraz germeliydi belki beni fakat jisung'un kahkahasını yalnızca görmektense eşzamanlı olarak duyabildiğim o anlar tüm endişelerimi silip süpürdüğünden pek de üzerinde duramamıştım. yani, fena değildi. felix ile changbin çok iyi anlaşıyordu, ben changbin'in yakın arkadaşı olarak yanlarındaydım ve jisung da felix'in korumalığını yapıyordu. changbin'den pek haz etmediğini sürekli felix'in yanına oturmasıyla anlayabiliyordum fakat bu haz etmeme durumunun changbin'in kişiliğinden kaynaklı değil de jisung'un felix ile olan ilişkisinden temellendiğinin de farkındaydım. changbin hızlı gidiyordu, ne kadar reddetse de anlık heveslerin kölesiydi ve felix de bunu sorun etmiyor olmalı ki onunla flörtleşmeyi sürdürüyordu. ben de sorun etmiyordum, birbirleriyle anlaştıklarını görmek hoşume bile gidiyordu. ne yazık ki, jisung etrafina hepimize yetecek kadar duvar inşa etmişti ve çoğu zaman bizimle o duvarların arasından, her zamanki soğuk tonuyla konuştuğu için aynı masaya oturduğumuzda buzların erimesi uzun sürüyordu.

kırıkları topladık;; minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin